Hamd Âlemlerin rabbinedir. Allahım, ey Rabbimiz, senin vechinin celâline ve hükümraığının yüceliÄŸine layık olması hesabınca hamd sanadır. Seni bütün eksiklerden tenzih ederiz. Ancak sen kendine layıkıyla senâ edersin; biz seni layıkıyla övmeye güç yitiremeyiz. Allahım! semavât dolusu, yeryüzü dolusu ve bunlardan öte dilediÄŸin dolulukta hamd sanadır; bütün övgücülerin övgüleri, İzzet sahiplerinin yüceltmeleri, kulların hak olarak söyledikleri sanadır. -ki hepimiz senin kulunuz-
Allahım senin verdiklerine mani' yoktur; mani' olduklarına da verilecek/verecek yoktur. Senin katında sâlih amel dışında dünyalık kısmetlerin (mal, mülk, evlat) hiçbiri fayda vermez.
Allah'tan baÅŸka ilah olmadığına; eÅŸi benzeri ve ÅŸeriki olmadığına ve efendimiz, önderimiz, hâbibimiz, ÅŸefaatçimiz Abdullah oÄŸlu Muhammed'in onun resulu olduÄŸuna ÅŸehadet ederim. Onu kendi kulları arasından seçmiÅŸ ve kendine dost kılmıştır. O da emaneti edâ etti, risâleti tebliÄŸ etti, ümmete nasihat etti ve Allah için hak üzere cihad etti. Biz bütün bunlara ÅŸahitlik edenlerdeniz.
Selât ve selamların en güzeli ona, pak aline, seçkin ashabına ve din gününe kadar kendisine ihsan üzre tabii olanların üzerine olsun.
"Ey iman edenler! Allah'tan sakının ve kiÅŸi yarın için önden ne gönderdiÄŸine baksın. Allah'tan sakının. Allah yaptıklarınızdan haberdardır." (HAÅžR/18)
Amma sonra ey deÄŸerli kardeÅŸlerim! Allah ÅŸöyle buyurmaktadır (ki O, söz söyleyenlerin en sadık olanıdır) :
"Bedeviler küfürde ve nifakta daha katıdırlar ve Allah'ın Peygamberine indirdiÄŸini bilmemeye daha yatkındırlar. Allah bilendir, hakimdir." (Tevbe/97)
"Bedevilerden öyleleri var ki, verdiklerini bir angarya saymakta ve sizin başınıza belaların gelmesini beklemektedirler. Kötü belalar onların baÅŸlarına gelecektir. Allah duyandır, bilendir." (Tevbe/98)
"Bedevilerden öyleleri de var ki, Allah'a ve ahiret gününe iman ederler ve harcadıklarını Allah'a yaklaÅŸmak ve Peygamberin dualarını almak için vesile olarak görürler. Bilin ki, (gerçekten) bu onlar için yakınlık vesilesidir. Allah onları rahmetine sokacaktır. Allah bağışlayandır, rahmet edendir." (Tevbe/99)
Bu ve baÅŸka ayetler bedevileri alçak gösterdi bazılarını da bundan istista etti. Bu ayetler Tevbe Süresindendi. Tebük Gazvesinden sonra nazil oldu.Bedevi'lerin ÅŸiddetli savaÅŸa gitmemek için bahaneler uydurdukları yerdir Tebük Seferi.
Sizin de bildiÄŸiniz üzere Tebük Seferi Resûlullah (s.a.v)'in gittiÄŸi en uzak mekandır. Sıcak bir yaz mevsimindeydi, mahsullerin düÅŸük olduÄŸu bir mevsimdi. Ve yine bildiÄŸiniz üzere Tebük Seferinde savaÅŸ hasıl olmadı. Ancak bu (sefer) münafıkların ifÅŸa olmasına sebep oldu.
Yine (bununla ilgili olarak bir çok ayet mevcuttur) Fetih Süresinde ÅŸöyle buyrulur:
"Bedevilerden geride bırakılanlar sana diyecekler ki: Bizi mallarımız ve ailelerimiz alıkoydu. Bundan dolayı bizim için bağışlanma dile!" (Fetih/11)
Hucurat Süresinde ise ÅŸöyle buyrulmuÅŸtur: "Bedeviler: "İman ettik" dediler. De ki: "Siz iman etmediniz. Ancak "teslim olduk" deyin. Fakat iman henüz kalplerinize girmemiÅŸtir." (Hucurat/14)
Kur'an-ı Kerim'de Bedevîlere yönelik kınayıcı mesajlar içeren bir çok ayet mevcuttur.
Tabii bunun yanında Allah'a ve ahiret gününe iman eden Bedevileri bundan istina eden ayetler de mevcuttur. KardeÅŸlerim! genellemelerin saÄŸlıklı bir ÅŸey olmadığını zaten sürekli dile getiriyoruz, hatta bu Yahudiler için bile söz konusu olsa...
Rabbimiz'in Yahudilere yönelik bir çok sözü vardır; kınayıcı, onları lanetleyen v.b. Ancak ÅŸunu da buyurmaktadır:
"Musa’nın kavminden hakka yönelten ve onunla adaleti uygulayan bir grup vardı." (Araf/159
İşte bunlar ehli kitapla aynı değiller.
(Hakkı) ayakta tutan bir ümmet... v.s.
Münafıklara gelirsek onlar da (istisnaya tabii tutulmaları bakımından) öyle; Allah önce onları kınarken sonra:
"Ancak tevbe edip durumlarını düzelten, Allah'a sarılan... bundan müstesnadır" demektedir.
Peki Bedeviler kimdir? Bedeviler, çöl ehlidir.
Onların kınanmalarının en önemli sebebi, katılıkları, ÅŸiddetli olmaları ve edepsiz davranmaları idi.
Çünkü onlar çölün sert karekteri ve hayvanlarla yaÅŸamaktaydılar. İnsanlarla münasebetleri az idi.
Misal (onların bu özellikleriyle ilgili) Abbasiler döneminde ÅŸöyle bir hikaye anlatılır:
Bedevilerden bir adam, Halifeyi methetmek ister kıssa Arapların en meşhur kıssalarındandır- Halifeye der ki:
"Sen ki güçlüklerle mücadele etmekte teke gibisin.
Sen ki vefayı hatırda tutmakta köpek gibisin."
Muhafızlar onu dövmek için davrandılar, orada bulunan bilge kendilerine: "sakin olun, onun bildiÄŸi budur; köpeÄŸin vefalı olduÄŸunu, tekenin ise hakkını istemekte inatçı olduÄŸunu bilir. İşte onun bildiÄŸi de budur."
Ve denilir ki kendisine (söz konusu Bedeviye) el-Resafe'de bir ev verilir. el-Resafe BaÄŸdat'ın en güzel yerlerinden biridir. (Bu yerin) üç tarafı nehirle çevrilidir. Dolayısıyla havası da güzeldir. Altı ay sonra daha latif bir ÅŸiir söylemeye baÅŸlar: "Ceylan gözleri el-Resafe ve köprü arasındadır... v.s"
O halde birincisi, Bedevilerin katı tabiatlı olmalarındandır (onların bu davranışları) İkincisi, ÅŸu veya bu ÅŸekilde hayat ÅŸekillerini muhafaza etmede aşırı biçimde diretmelerindendir. O kadar bedevi Resulullah'a geldi ki onlardan biri: "Ver bana! sonuçta bana ne kendi malından ne de babanın malından veriyorsun." Bir diÄŸeri de: "Hadi hakkımı ver artık! Siz Abdulmuttalip OÄŸulları borçlarınızı ödemekte gevÅŸek davranırsınız!"
Tabii Resulullah onların bu davranışlarına sabrediyor, onlara gerekeni veriyor ve onları razı ediyordu. Peygamberler sabrıyla sabrediyordu.
Peki Araplara gelirsek Araplar kimdir? Araplar ikiye ayrılır: Âribe Arapları ve Müsta'rebe Arapları. Özetle bunlar, İsmail (a.s)'ın ayakları altında fışkıran zemzem suyunun etrafında yerleÅŸen Cürhüm Kabilesinin soyundan gelirler.
Ve yine bunlardan Kahtanî Arapları olarak isimlendiren Araplar da vardır. Bunlar ilkin Yemen'de yaÅŸamaktaydılar. Gerçi tüm Araplar'ın çıkış noktası Yemendir.
Tümü orada yaşıyordu ancak Mârib Seddi yıkılınca her biri farklı bölgelere dağıldılar.
Kahtanîler'in atası olan Kahtan'ın bu isimle adlandırılmasının sebebi kuraklığa (*Kaht(an), kuraklık, susuzluk, çoraklık ve kıtlık gibi anlamlara gelir) göre yer deÄŸiÅŸtirmesidir.
Yani bir yerde sabit durmazdı, meranın olduÄŸu yere yerleÅŸir, mera tükendikten sonra oradan göç ederdi.
Adnanî Araplar ise "yerleÅŸik" "oturan" anlamına gelen Adnan ismiyle isimlendirildiler.
"Adene" yani "Sekene" (*yerleÅŸti anlamında) 'maden' sözcüÄŸü de aynı mastardan gelmektedir; yani yerde olan. 'Adn Cennetleri' diyoruz. Yani öyle bir cennet ki içine girdiÄŸinde çıkamazsın, göçemezsin veya çıkartılmazsın.
Adn Cenneti (bazılarının dediÄŸi gibi) Yemen'in güneyi Aden Bölgesi demek deÄŸildir; sen oraya yerleÅŸtiÄŸinde ne orda yer deÄŸiÅŸtirirsin ne de ordan çıkartılırsın demektir.
Kahtanî Araplar ve Adnanî Araplar var ve tabii ki efendimiz Muhammed (s.a.v), HaÅŸimoÄŸulları ve KureyÅŸ Adnanîlerden gelmektedirler. Kahtanilerin çoÄŸu Kinde'de yani günümüzün Hadramevt bölgesine yerleÅŸtiler.
Araplar, Arap Yarımadası'nın doÄŸusundan batısına kadar yerleÅŸtiler ve mümeyyiz bir ahlakla ahlaklandılar.
Tam da bu noktada sürekli ÅŸunu sorarız: Neden Allah en son kitap ve en son peygamberi Araplardan seçti? KuÅŸkusuz bunun birçok sebebi var.
Bunun en önemli sebeplerinden biri Arap dilinin ayrıcalıklı bir hususiyet taşıması olasılığıdır.
İkincisi olarak Arapların geçmiÅŸ bir kültürlerinin olmamasıdır. Böylelikle yeni öÄŸretiler eski öÄŸretilerle karışmış olmaz.
O'ki ümmîlere kendilerinden bir peygamber gönderdi.
ÖrneÄŸin Fars ülkesinden bir peygamber göndermiÅŸ olsaydı dini öÄŸretiler ile Fars kültürünün birbirine karışma ihtimali olabilirdi.
Rumların olsun, Firavunların olsun, Çinlilerin olsun tümünün kültürleri vardı ancak Arapların bir ÅŸeyi yoktu.
Araplarda sadece biraz şiir vardı; onunla tarihlerini yazarlardı.
Denilir ki şiir Arapların divanıdır.
Yani takriben her şey şiirde yazılıydı.
Genel olarak Araplar, incelmiÅŸ ve ayrıcalıklı bir ahlakî yapıya sahiplerdi.
Bu husus Kur'an-ı Kerim'de de şiirde de methedilmiştir.
Fakat daha sonradan ise putperestlik, kız çocukların diri diri gömülmesi gibi olgular da (toplumun bu ahlaki yapısına) dahil oldu.
Hatta kız çocukların gömülmesi bile onların onurlarına olan ÅŸiddetli düÅŸkünlüklerinden ileri geliyordu.
Åžöyle ki adam, 'bu kız çocuÄŸu' ilerde ÅŸerefime helal getirebilir' kaygısı ile onu küçükken gömerdi.
Putlar meselesini ise daha önce yüz defa zikrettik.
Putlar, Arap Yarımadası'na Resulullah'tan çok deÄŸil sadece 100 yıl önce girdi.
İlk olarak Amr bin Luhay adında bir adam putları Arap Yarımadası'na getirdi.
Bununla ilgili olarak Resulullah: "Her ne zaman biri putlara tapınırsa o adam da (Amr b. Luhay) bu günaha ortak olur" diye buyurmuÅŸtur.
Çünkü kendisi bunu baÅŸlatmıştır. Åžam bölgesinden veya baÅŸka bir çok bölgeden putları Arap Yarımadası'na getirmiÅŸtir.
KardeÅŸler, cahiliye sözcüÄŸü Kur'an'da dört defa geçer: Cahiliyenin katılığı hususunda; yani yersiz öfke, ÅŸiddetli tepki... Cahiliyyenin hükümleri hususunda; yani aileye aşırı baÄŸlılık, ailevi baÄŸların üstün tutulması; misal: Zalim de olsa mazlum da olsa kardeÅŸine destekle... Ve cahiliyenin gösteriÅŸ anlayışı husunda... Bir de cahiliyenin zannı hususunda geçer; örneÄŸin Allah ilgili zanları, misal Allah'ın putlara tapınmalarını istediÄŸini zannetmeleri.
Yani cahiliyyenin katılığı, cahiliyyenin hükümleri, cahiliyyenin gösteriÅŸçiliÄŸi ve cahiliyenin zannı.
İşte bu gibi hususlarda onları kınar.
Fakat bununla birlikte unutmamalıyız ki bazıları hatta çoÄŸu yüksek bir ahlak üzere yaşıyorlardı.
Mesela Anter bin Åžeddad'ın dizelerini okuduÄŸunda kendini dini bir öÄŸreti okuyor zannedersin:
"(Kadın) komÅŸum bana göründüÄŸünde bakışlarımı çeviririm
Ta ki içeri girene kadar."
Yani ona bakmaktan sakınır.
"Benim harbteki halimi soracak olursan benim harpte amansız bir savaÅŸçı ancak (zaferde ise) ganimetlere yüz çeviren biri olduÄŸumu sana haber verirler."
Ve ona gelen bir kadına ordunun bütün ganimetlerini ona nasıl verdiÄŸini ve karşılığında ise hiçbir ÅŸey istemediÄŸini de anlatır.
Yine Peygamberden kısa bir süre önce yaÅŸamış bir ÅŸair olan Züheyr Ebu Selme der ki:
"DiÅŸiden doÄŸma herkes, her nekadar uzasa da selameti
Birgün tabuta konmak olur akıbeti"
Yani hepiniz bir gün öleceksiniz. Hayatın meÅŸakkatinden geçtiniz v.s
Bunda hikmet vardır.
Hatta bunlar arasında Yahudi bile vardı.
Mesela Hayber yakınlarında yaÅŸayan Samavel adında çok meÅŸhur bir Yahudi vardı. Çok saÄŸlam bir köÅŸkü de vardı.
Samavel yani Samuel. Samuel yani "ismullah" (Allah'ın adı) ya da "semiullah" yani İsmail.
Bu isim halen kullanılmakta, mesela Amerikalı Ankel Sam.
Sam yani İsmail.
Samavel Yahudi idi fakat Arap ahlakından epey şey almıştı.
Öyle ki insanlar kendisine ihanet etti demesin diye oÄŸlunu feda etti.
İmrüulkays meÅŸhur adam.
Malını kaybettiÄŸinde, Bizanslılardan malının geri alınması için yardım istemiÅŸti:
(Bununla ilgili olarak ÅŸöyle bir ÅŸiiri var) "Artık yolu arkasında bıraktığını gören ve Kayser'e doÄŸru gitmekte olduÄŸumuza kesin olarak inanan arkadaşım aÄŸlamaya baÅŸladı.
Ve dedim ki ona aÄŸlamasın gözlerin, ya mülkü alacağız ya da buna çabalarken öleceÄŸiz ve böylece bir bahanemiz olmuÅŸ olur."
İmrüulkays, Yemen'den daha doÄŸrusu el-Kinde'den ayrıldığı zaman kendisinde bulunan Kalkanları ve atalarından kalma bir takım deÄŸerli eÅŸyaları alır, Arap Yarımadası'nın Kuzeyinde bulunan Samuel'e emanet eder.
İmruülkays, (dönmeden) ölünce Åžam'dan biri Samuel'e gelir ve kendisinin İmruülkays'ın amcasının oÄŸlu olduÄŸunu iddia eder ve o emanetleri kendisine teslim etmesini ister.
Samuel ise bunu reddederek, bu emanettir, sahibinden başkasına vermem.
Tam o esnada köÅŸkün dışında olan Samuel'in oÄŸlu çıka gelir ve o adam Samuel'in oÄŸlunu tutar ve ona eÄŸer emanetleri bana vermezsen oÄŸlunu boÄŸazlarım, der.
Samuel, ona boÄŸazlasan da ben hiçbir ÅŸekilde emanete ihanet etmem, der.
Ve adam oÄŸlunu (Samuel'in) iki gözü önünde keser.
Ve katiyyen emaneti teslim etmez taki (İmrüulkays'ın) gerçek amca çocukları gelene kadar emaneti kendilerine teslim eder.
İşte Araplar, bu hadiseyle çokça iftihar ederler.
İşte bu, yüksek ahlaktır; arkadan vurmamak, emanete ihanet etmemek...
Evet. Ortada yüce bir ahlak vardır. Fakat Arapların tümü böyle deÄŸil. DediÄŸimiz gibi istisnai durumlar da vardır. Mesela küçük çocukların gömülmesi gibi durumlar.
Yine Arapların arasından tabir yerindeyse boÅŸ laflar edenler de vardı. Misal: Müallaka (müallakat'ul-sab'a) sahiplerinden Amr b. Külsûm'un bu ÅŸiirine baktığımızda der ki:
"Sütten kesilme vakti gelince bir çocuÄŸumuzun önünde en azametli ceberrutlar bile baÅŸ eÄŸer."
Bunlar boş lakırdı işte...
BaÅŸka bir örnek: "yeryüzünü öyle doldurduk ki bize dar gelmeye baÅŸladı
Denizin sırtını ise gemilerle kapattık."
Halbuki (bunu söyleyen) bir kayığa bile sahip deÄŸil.
İşin aslı Araplarda denizcilik hiç olmadı. Hatta bütün azametiyle, bütün cesaretiyle Ömer b. Hattab bile Arapları denizcilik faaliyetleri konusunda men ermiÅŸti, çünkü Araplar denize aÅŸina deÄŸillerdi. Dolayısıyla bu hususta onlar için endiÅŸe duyuyordu.
Ta ki Osman (r.a) dönemine kadar. Muaviye'nin Beyrut sahilinde bir donanma inÅŸa etmesine izin verdi. Bu da il Arap-İslam Deniz Filosu kabul edilir. Yani takriben Hicri 30. yılına denk gelir.
Yani iÅŸin özü Araplara dair her ÅŸey tümüyle ne iyidir ne de aÅŸağılıktır diyebiliriz (yani genelleyemeyiz).
Kur'an da ise (defalarca söyledik) Arap ve Ûrub (Araplar) lafzı 11 defa geçer; "Biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik", " biz onu Arapça bir hüküm olarak indirdik", "Arab'a yabancı dil mi?” v.s...
Allahu alem, Kur'an'da "Arap" lafzı geçen her yerde sanki günümüzde birinin arkadaşına "seninle Arapça konuÅŸuyorum anla!" durumundaki gibi geçiyor.
"Biz bu Kur'an'ı umulur ki anlayasınız diye Arapça olarak indirdik" (Yusuf/2)
Ayette geçen lafız (Arapça lafzı) Araplığa ve Araplara bir övgü deÄŸildir.
Buradaki maksat: Ey Araplar! Bu Kur'an apaçık bir Arapçayla nazil olmuÅŸken daha neden küfre giriyorsunuz! der gibi...
Yani birisi Kur'an'ın Arap diliyle nazil oluÅŸunu Araplara bir övgü olarak sunarsa bu yanlış olur.
Elbette Allah'ın Kur'an'ı Arapça olarak indirmeyi seçmesi, herkesin saygı duyması gereken -ki herkes buna saygı duyuyor- büyük bir lütuf, yüce bir durum, ulu bir keremdir.
Ayrıca Endonezya'dan Nijerya'ya kadar Müslümanların tümü Kur'an'ı Arapça olarak okuyor.
Hatta bazıları ondan hiçbir ÅŸey anlamadan en güzel ÅŸekilde tilavet ediyor.
Arapça saygın bir dildir. Araplık dile baÄŸlıdır kardeÅŸlerim.
Åžöyle bir Hadis var: "Araplık sizden kimseye anası babası yoluyla geçen bir ÅŸey deÄŸildir; o bir lisandır. Kim ki Arapçayı konuÅŸuyorsa o Araptır." İşte bunun ötesi olamaz.
Benim ırkım Arapmış da senin ırkın Fars'mış Rum'muÅŸ, ecnebi, Afrikalı... Bu gibi söylemlerin bir geçerliliÄŸi yoktur. Olsaydı Bilal HabeÅŸi, Sahib el-Rumî gibiler Resulullah (s.a.v)'in etrafında yüce bir konumda olmazdı.
Ayrıca buna tarih de ÅŸahitlik etmektedir: İslam ilimlerinin %90'ını Arap olmayanlar yazmıştır. Yani kökeni Arap olmayanlar, tabii apaçık bir Arapçayla...
İmam-ı Åžafiî Araptır, Ahmed bin Hanbel Araptır... Takriben bunların dışında herkes aslen ya Farstır ya da Rumdur. Mesela Ebu Hanife, Süryani kökenlidir bazıları da Fars asıllı olduÄŸunu söyler. Dedesinin ismi Zutî idi. Burda biraz duralım.
Ebu Hanife'nin dedesi Hz. Ali bin Ebi Talib'e helva yapardı. Helvanın ismi Arapçada feluzecdir; günümüzde buna dondurma da katmaktadırlar. Hatta ÅŸuan İran'da vardır. Ona "felude" derler.
Hz. Ali kendisine çokça dua ederdi. Hepimizin Ebu Hanife'yi sevmesi gerekir Yeryüzünde sayıca en fazla tabi olunan mezhep Ebu Hanife'nin mezhebidir. Bunun yanında o, öÄŸretti. Misal Åžafiî Ebu Hanife'nin fıkhından öÄŸrendi. BaÅŸkaları da... İbn Hanbel örneÄŸin... Mâlik ise onunla beraberdi... Ebû Hanife ise İmam Cafer-i Sadık (r.a) tan ders aldı.
Denilir ki kim ki Ebu Hanife'yi severse Ali (r.a)'nin Ebu Hanife'nin dedesi olan o adama dua etmesi bereketiyledir. Ben bu sözü yadırgamam bilâkis muteber görüyorum.
Hadis bilginlerine gelince, Buharî'den Müslim'e, İbni Sabur'dan İbn Mace el-Kazvinî'ye, Tirmizî'ye kadar bunların tümü Arap deÄŸil.
Müfessirler de öyle; Taberî (Taberiye deÄŸil; İran'ın kuzeyindeki Taberistan) Kurtubî (Kurtuba'dan)...
Kimse onlara ben Arabım siz Arap deÄŸilsiniz demiyordu. Önemli olan Arapçayı öÄŸrenmiÅŸlerdi.
Yüz kere söyledik: "Sibaveyh." Arapçayı oturtan Arap deÄŸillerdi. "Sibaveyh" Farsça'da elmanın ruhu demek; "siba" elma "veyh" ruh veya koku anlamına gelir.
Bilirsiniz insanlar birbirlerini taklit eder. Araplardan biri çıkıp kendini "Naftaveyh" (*Naft / gaz, petrol v.b. Veyh / çığlık, vaveyla,feryad v.b) diye isimlendirir. Bunu duyan bir adam da onun için dedi ki Allah onu isminin yarısıyla yaksın diÄŸer yarısını da kendisine
feryad-figan eden kılsın.
Neyse deÄŸerli kardeÅŸlerim bununla ilgili olarak söylenecek çok ÅŸey var, gelecek hafta tamamlarız.
KardeÅŸler bir çok yalan söz kulağımıza geliyor...
Asılsız yalan sözler...
Resulullah (s.a.v)'in da haber ettiÄŸi gibi...
Bunlarda yalan ana maddedir.
Yalancılar diyorlar ki Lübnan, Arap muhiti içinde olması gerekiyormuÅŸ!
Hangi Arap muhiti?!
(Diyorlar ki)"Lübnan demek, Araplık demektir!!"
Hangi Araplık be yalancılar!
Araplık Filistin, özgürlük, ümmetin vahdeti, cihad ve direniÅŸ anlamına geldiÄŸi zamanlar Araplıktan kendini beri tutuyordun, Araplığı alçaltıyordun...
Fakat bu yalandan Araplık, taÄŸut Amerika'yla anlaÅŸma ve ona secde etme anlamına gelince, alçak siyonizmle normalleÅŸme manasına gelince, paraya ibadet etmek olunca, altın buzağıya tapınmak anlamına gelince Arap kesildin!!
Ey yalancılar haddinizi bilin!
Bugün Suudi'nin, İmarat'ın, Bahreyn'in ve MaÄŸrib'in izlediÄŸi yolun ne Araplıkla bir ilgisi vardır ne HaÅŸim'e ne Kahtan'a ne Adnan'a ne Samavel'e ne Anter'e ne Züheyr'e ne de bunlardan hiçbirine dayanmıyor...
Bu Araplık Ebu Cehil'e, Velid bin Muğira'ya, Ebu Leheb'e dayanır.
İşte bugün Araplığınız budur ve bunu kabul etmiyoruz.
Biz Gazze'nin Araplığına talibiz. Gazze'nin füzelerini istiyoruz. Gazze'nin tünellerini istiyoruz.
Ve Lübnan'ın DireniÅŸ Gücü (*Hizbullah)'nün Araplığını istiyoruz.
Suriye'de Amerikan komplosuna galip gelenlerin Araplığını istiyoruz.
Ama siz ey yalancılar! "Lailehe illallah" bayrağı altında İslam'ı, Araplığı, fazileti, saptırıp baÅŸka bir renkte gösteriyorsunuz.
Allah'a, peygambere, müminlere yalan söylüyorsunuz.
Sizin bu yolunuz böyle devam etmeyecektir! Allah'ın izniyle yakın bir zamanda uyanacağız ve Allah'ın izniyle Muhammed bin Selman'ın ya öldürülmüÅŸ olduÄŸunu ya da yeryüzünün bir parçasına kovulmuÅŸ olduÄŸunu görecegiz.
Çünkü Allah'a ve insanlara karşı bu denli sahtekârca iÅŸ yapmaya cüret edenin devranının dönmesi mümkün deÄŸildir.
Ey yalancılar, George Kordahi (*Lübnan İletiÅŸim Bakanı) hakikatten basit bir parça söyledi. Dedi ki: "Bu savaÅŸ, abes bir savaÅŸtır." Bu tam olarak böyle deÄŸildir; bu savaÅŸ düÅŸmanca bir savaÅŸtır, mücrim, cahiliyye, Amerikanî, siyonist bir savaÅŸtır... Bu tam olarak böyledir.
Tıpkı Suriye'ye açılan savaÅŸ gibi, Libya'nın tahrip edilmesi gibi, dünyanın her yerinde yaÅŸanan savaÅŸ gibi... Amerika'nın hedefi bu savaÅŸlarla ya kendisine boyun eÄŸdirmek -en büyük Arap ülkes sayılan Mısır'ın kendisine boyduÄŸu gibi, Suudi zaten boyun eÄŸiyor- ya da devletlerin tahrip edilmesi!
Murdar Amerikan, çirkin Amerikan yakıp yıktı!...
Çirkin Amerikan, bu sözü bizzat Amerikalılar kendileri için söylüyorlardı.
Size anlatmıştık Çirkin Amerikalı diye eski bir hikaye vardı, hatta daha sonra bunu film yaptılar (*The Ugly American 1963) GüneydoÄŸu Asya memleketinde Elçi rolünü oynayan Marlon Brando, Amerika'nın orda nasıl üç kağıt yaptığını gösterir.
Tabii bütün Amerikalılar öyle deÄŸil; aralarında bu sözlere muhatap olmayanlar, (hatta onlardan ÅŸimdi burda buranın da vatandaşı olan akrabamız, kardeÅŸlerimiz olanlar var) hakkı ayakta tutanlar var. Yani tümü öyle deÄŸil bilakis bir kaç konuda Amerika
Suudî'den daha ilkeli durmuÅŸtur...
Misal 2013'te Amerika, Suudî'ye "Suriye'deki savaÅŸ planladığımız hedefe ulaÅŸmayacak, rejim düÅŸmeyecek. Bitirelim ÅŸunu (savaşı). BaÅŸka bir yol bulun" dedi.
Suud el-Faysal ise, "hayır durmayacağız, bunun sonuca ermesi lazım!" dedi.
Dur köpeÄŸin oÄŸlu!! Babasına demeyelim... Allah rahmet eylesin.
Åžimdi de aynı ÅŸeyi yapıyorlar. Bir yıldır hükümeti düÅŸürmek istiyorlar...
Lübnan halkını öldürmek istiyorlar...
Amerikalısı, Fransızı, Avrupalısı hükümete karışmadı yoksa çoktan düÅŸerdi. Hükümet pamuk iplik üzerinde duruyor zaten...
Bütün iÄŸrenç tarihine raÄŸmen Amerikalı, Lübnan hususunda malıyla kibirlenen ceberut Suudî'den daha merhametlidir.
Suud, Captagon (*Fenetilin) olayında Lübnan'ı suçlayınca, Bouhabib (*Lübnan DışiÅŸleri Bakanı) onlara "sizde Cabtagon pazarı (alıcısı) olmasaydı bizden size getiren çıkmazdı" dedi haklı olarak. Tıpkı Amerika ile Meksika arasındaki uyuÅŸturucu kaçakçılığı gibi; Amerika'da uyuÅŸturucu tüketicisi olmasaydı kaçakçılığı da olmazdı.
Tabii bunlar misal yani...
Oraya bir kargo Captagon gitmiş Allahu a'lem. Peki kimden oraya gitti? sıradan insanlar tarafından.
Peki ya siz(*Suudîler)! Kraliyet ailesinden bir prens (!) düÅŸünün! İçi dolu özel bir uçakla captagon götürüyordu!...
Lübnan bunu haber edince de "sizinle iliÅŸkileri kestik" dediler.
Bunu bir prens (!) yaptı diğerini ise sıradan kişiler...
Åžimdi kim suçlu, biz mi, siz mi?
Sınırlardaki gözetleme radarları çalışmaz vaziyette duruyor...
Lübnan'a maddi yardımı engelleyen kim? Siz!
2006'da Amerika ve Siyonist uçaklar Lübnan'ı bombalayıp tahrip ederken, Suudî ise Lübnan Merkez Bankasındaki bir milyar dolarlık varlığını geri çekmek için talepte bulundu. Harirî döneminde bu mal bankaya getirilmiÅŸti, Allah rahmet eylesin.
Hatta Amerikan bile ona (Suudî'ye) dedi ki ÅŸimdi zamanı deÄŸil.
Ne yani sen ve zaman aleyhimde mi duruyorsunuz!?
Sen savaşın başısın!
2017'de ise Suudî medya ve gazeteleri: "Lübnan çöktü çökecek, Lübnan'ın dolarları yok, Lübnan fakirleÅŸecek, Lübnan dilenecek, Lübnan..." diye müjdeler vermeye baÅŸladı.
Bu hikayenin arkasında kim duruyor? Tabii ki siz!
Lübnan'a akan akarları siz kilitlediniz!
Gençlerimize çeÅŸitli zorluklar çıkartıyorsunuz, belki bir ÅŸey yaparlar endiÅŸesiyle onları göz hapsine alıyorsunuz... v.s.
Lübnan'a karşı yürütülen Amerikan - Siyonist savaşın baÅŸ tertipçisi sizsiniz!
Çünkü Lübnan sizin maskenizi düÅŸürdü.
Çünkü Lübnan nüfusunun sayıca azlığına raÄŸmen, bilinen durumuna raÄŸmen, direniÅŸ gücü (Hizbullah), İsrail'i yendi, İsrail'in burnunu sürttü, Amerika'nın tertiplerini defalarca boÅŸa çıkardı...
Yüce Allah'ın kâfirleri vasf ettiÄŸi gibi:
"Kendileri gibi sizin de inkar etmenizi ve onlarla eşit olmanızı istediler. "
Nasıl olur da farklı mezhep ve mensubiyetlere sahip olan bu küçük Lübnan, İsrail'i yeniyor (diyorlar kendi kendilerine)
Nasıl oluyor da biz hergün Amerika arşına secde ettiÄŸimiz halde bu akideleri bozuk olan Åžia, İsrail'i yenebiliyor!?
Biz sizin gibi olamayacağız Allah'ın izniyle!; biz İsrail'in karşısında şerefli, onurlu ve kahraman olarak durmaya devam edeceğiz.
Ve bu alçak düzene alet olmayacağız.
Çünkü Allah bizimle; sizinle deÄŸildir.
İnÅŸallah bir gün uyandığımızda Allah'ın izniyle sizi yenilmiÅŸ, rezil rüsva olmuÅŸ bir halde göreceÄŸiz...
Elhamdülillah, salât ve selâm efendimiz Resulullah'a, onun al ve ashabı üzerine olsun.
Allah'tan başka bir ilah olmadığına ve Muhammed'in onun resulu olduğuna şehadet ederim.
Daha düne kadar Mikatî'yi (*Lübnan BaÅŸbakanı) Lübnan için bütün tehlikeleri göze aldığını düÅŸünüyorduk fakat dün bizi hayal kırıklığına uÄŸrattı; George Kordahi'ye (İletiÅŸim Bakanı) Lübnan Devleti'nin maslahatını gözeterek halk maslahatıyla ilgilenmemesi gerektiÄŸini söyledi.
Utan yahu! Ayıp, ayıp bu nasıl bir laf!
Lübnan'ın maslahatı, Siyonistle veya Amerika'yla veya Suudi'yle uyuÅŸmaktan mı geçiyor? Katiyen hayır!
Hani mecburiyetten dolayı böyle davranılıyorsa neyse deriz. Yani çözüm bulana kadar bazı meseleler ertelenebilir. ÖrneÄŸin Peygamber (s.a.v) savaÅŸacak durumda olmadığında tabiri caizse bir nefes alırdı.
Fakat siz bize öyle bir yerden yaklaşıyorsunuz ki onları bizi rızıklandıran Allahmış gibi sayıyorsunuz, onlar olmadan öleceÄŸiz sanıyorsunuz...
Hayır! onlar olmasa ölecek deÄŸiliz biz...
Rakamları iceleyin bakalım. Orda Lübnan'a maddi bir yardım yapıldığını göremezsiniz...
2006'da gelen yardımı Sinyora (*Eski Lübnan Devlet BaÅŸkanı) hepsini yedi bitirdi, imar için hiçbir ÅŸey bırakmadı.
Yani Suudi Devletin'den Lübnan'a herhangi bir yardım yapılmadı. Evet, gençlerimiz orda çalışıp ailelerine para gönderiyorlar. Bunu inkar edecek deÄŸiliz. Fakat bunu bedava deÄŸil alınteriyle kazanıyorlar.
Gençlerimiz onlara bir çok iÅŸi öÄŸretti; onlar yapamazlar.
Klimasız bir ÅŸekilde o sıcaÄŸa tahammül ederek gençlerimiz alınteriyle çalıştılar, bina ettiler ve onlara öÄŸrettiler... Åžöyle bir bakın Suudi ya da Küveyt'te içinde Lübnanlı, Filistinli ya da Suriyeli olmayan bir müessese görebilir misiniz? Mümkün deÄŸil... İşlerini yapılabilecek en iyi ÅŸekilde yaptılar.
Sizin bize minnet etmeye hakkınız yoktur. Asıl bizim size minnet etmeye hakkımız vardır.
Sonra, 60'lı 70'li yıllarda Lübnan'ı imar ettik, köÅŸkler saraylar inÅŸa ettik, diyorsunuz.
Tamam da bunun karşılığında Lübnan'ın havasını soldunuz, sizde olmayan özgürlüÄŸü tattınız, güzel havasını kokladınız...
Yani bunlar karşılıklı maslahatlar, yoksa siz hâÅŸâ Allah deÄŸilsiniz ya da Allah size rızkın anahtarlarını teslim telim etmemiÅŸ ki bize minnet ediyorsunuz!
Yalancısınız siz, yalancı!
Allah, kimseye rızık dağıtma yetkisi vermez.
Rabbimiz, "MüÅŸrikler pistirler, artık bu yıllarından sonra Mescidi Haram'a yaklaÅŸmasınlar" buyruÄŸuyla müÅŸrikleri Mescid-i Haram'ı hac etmekten men ettiÄŸi zaman müminler korktu. Çünkü Mekke, gelen hacıların ticareti üzerinden geçimini saÄŸlıyordu...
Peki bu korkuya kapılanlara Rabbimiz ne dedi? "EÄŸer yoksulluÄŸa düÅŸmekten korkarsanız (bilin ki) Allah dilerse sizi kendi lütfuyla zengin edecektir" dedi.
Lübnan'da izzetli bir duruÅŸ sergileyin! Åžayet fakirlikten korkarsanız Allah sizi kendi lütfuyla zengin erecektir; iÄŸrenç kralın lütfuyla deÄŸil...
Allah bize yeterdir.
"Åžüphesiz, Allah ve melekleri Peygambere salat ederler. Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin."
Allah’ım! Efendimiz İbrahim ve âline salat ettiÄŸin gibi efendimiz Muhammed ve âline salat et.
Allahım (peygamber efendimiz) Hz. Muhammed ve âlini, Hz. İbrahim efendimiz ve alinî mübarek kıldığın gibi mübarek kıl.
Åžüphesiz sen Hamîdsin, Mecîdsin.
KUDÜS GÖNÜLLÜLERİ EĞİTİM AKADEMİSİ