28 Şubat Darbesinin Perde Arkası ve Siyonizmin Türkiye Projesi

28 Şubat Darbesinin Perde Arkası ve Siyonizmin Türkiye Projesi
Sosyal medyada paylaÅŸ: Facebook Twitter Whtasapp

28 Şubat Darbesinin Perde Arkası ve Siyonizmin Türkiye Projesi

 

Amerika'da Neo-Çon siyonistlerin stratejik merkezlerinden olan Middle East Forum'da Orgeneral Çevik Bir ve Martin Sherman tarafından birlikte yazılan, 28 Åžubat darbesi ve Refah Yol Hükümeti'nin yıkılışının gerçek nedenlerini ortaya koyan yazının tem metin çevirisini sunuyoruz.

İstikrarın Formülü: Türkiye + İsrail

Çevik Bir ve Martin Sherman

Middle East Quarterly, Sonbahar/2002, syf. 23-32

1990'lar OrtadoÄŸu'daki kayıp on yıl gibi görünüyor. Arap-İsrail "barış süreci" olarak bilinen özenle inÅŸa edilmiÅŸ olan konsept, bugün bir yığının içinde yatıyor. Saddam Hüseyin hala komÅŸularını ve bölgeyi tehdit ediyor. Ve bölgenin baÅŸlıca ihracatı, petrolün yanı sıra, Manhattan'daki son performansı ÅŸehrin en yüksek binalarını silüetinden koparmış olan köktendincilikten beslenen terördür. İstikrar bilançosunda 1990'lar OrtadoÄŸu'yu kırmızıya büründürdü. Ancak artılar sütununun başında tartışılmaz bir baÅŸarı var: İsrail-Türkiye iliÅŸkisi.

ABD'li politika yapıcılar, bir düzen görüntüsünü yeniden inÅŸa etmek için harabeleri iskele parçaları için tararken, İsrail-Türkiye iliÅŸkisini göz önünde bulundurmalıdırlar. Bu iki ülke arasındaki baÄŸlar – demokratik, Batı yanlısı, Arap olmayan – Orta DoÄŸu'ya ÅŸu anda Batı'nın hayati bir çıkarı olan istikrar saÄŸlayıcı bir denge ağırlığı oluÅŸturabilir. Yine de onlarınki karmaşık bir tarihle tuhaf bir iliÅŸkidir. Potansiyeli gerçekten çok büyük olabilir, ancak bunun farkına varmak, ortaklığın azami özenle teÅŸvik edilmesini ve yönetilmesini gerektirir.

Bu konuda, Türk-İsrail iliÅŸkisinin geçmiÅŸi, bugünü ve geleceÄŸi hakkında, bu iliÅŸkinin Türk mimarlarından olan bir yazar ve İsrailli savunucularından biri olan baÅŸka bir yazar tarafından ortak ÅŸekilde yazılmış bir prospektüs mevcut.

BaÅŸlangıç

Türkiye ile İsrail arasındaki iliÅŸki hakkında anlaşılması gereken ilk ÅŸey, İsrail'in çok uzun bir süre boyunca onu geliÅŸtirmeye istekli olduÄŸu ve Türkiye'nin çekingen olduÄŸudur. İsrail, isteksiz bir Türkiye'ye talip oldu.

1949'da Türkiye, İsrail'i tanıyan dünyadaki ilk çoÄŸunluÄŸu Müslüman olan ülke oldu ve otuz yıl boyunca bunu yapan tek ülke olarak kaldı. İsrail ile resmi baÄŸların kurulması, Türkiye'nin uluslararası yönelimi ve kendisini Batı ile aynı hizaya getirme arzusu hakkında güçlü bir mesaj gönderdi. Diplomatik misyonlar 1950 yılında lejyon düzeyinde açıldı. Ancak 1990'lara kadar, iliÅŸkiler maddi olmaktan çok sembolikti. İlk kırk yıl boyunca Türkiye, İsrail'le diplomatik iliÅŸkilerini kesmek için sürekli Arap diplomatik ve ekonomik baskısına dayandı. Ancak bu baÄŸlar herhangi bir ivme geliÅŸtirmedi.

Bunun sebebi, İsrail'in herhangi bir çaba göstermemesi deÄŸildi. İsrail'in bağımsızlığının ilk yıllarında, İsrail'in ilk baÅŸbakanı David Ben-Gurion, Türkiye ile yakın bir baÄŸ kurmak için titizlikle çalıştı. Ben-Gurion (genç bir adam olarak Osmanlı İstanbul'unda hukuk okudu), Türkiye'nin etkileyici jeofizik, malzeme ve insan kaynaklarının doÄŸasında bulunan faydaların farkındaydı. Ankara ile iliÅŸkiler, o zamanlar İsrail'in dış politikasının merkezi bir ayağı olan "çevre devletler" doktrini ile de uyumluydu. İsrail, yakın Arap komÅŸuları tarafından dayatılan diplomatik ve ekonomik izolasyonu, düÅŸmanlık halkası üzerinde "sıçrama" yaparak ve daha uzak, Arap olmayan komÅŸularla baÄŸlar kurarak dengelemeye çalıştı.

Özellikle İsrail diplomasisi, İran, Etiyopya ve Türkiye ile iliÅŸkileri geliÅŸtirmek için büyük çaba harcadı. Üçü arasında Türkiye en önemlisi olduÄŸunu kanıtladı. Birkaç on yıl boyunca İran, -İslam devrimine kadar- karşılaÅŸtırılabilir bir öneme sahipti. Daha sonra İsrail için büyük bir tehdit kaynağı haline geldi. İsrail ayrıca Kızıldeniz'de olduÄŸu gibi Etiyopya ile baÄŸlarını güçlendirdi. Ancak ülke yavaÅŸ yavaÅŸ iç savaÅŸ ve kıtlık nedeniyle harap oldu ve Eritre'nin ayrılması stratejik önemini zayıflattı. Buna karşılık, Türkiye İsrail'in tüm varlığı boyunca nispeten istikrarlı, Batı yanlısı ve müreffeh kaldı. İsrail, en başından beri, Batı çizgisinde, Müslüman nüfuslu bir devlet olan Türkiye ile olan baÄŸlarının Arap-İsrail çatışmasının dini unsurunu sulandıracağını ve hatta İsrail'in Kuzey Atlantik AntlaÅŸması Örgütü (NATO) ve Avrupa ile baÄŸlarını güçlendirerek stratejik bir iliÅŸkiye dönüÅŸebileceÄŸini umuyordu.

Buna karşın Türkiye, İsrail ile herhangi bir stratejik iliÅŸkiye çok az ilgi gösterdi. SoÄŸuk SavaÅŸ dönemi boyunca Ankara, OrtadoÄŸu yerine Batı'da müttefik aramayı tercih etti ve bölgede angajmansızlık politikasını tercih etti. Türkiye'nin OrtadoÄŸu'daki komÅŸularının birçoÄŸunun kitle imha silahları ve balistik dağıtım sistemleri edinmeye baÅŸladığı 1970'lerde bile, Ankara bölgeye açıkça sırtını döndü. Türkiye'nin NATO'ya olan münhasır güveni nedeniyle, ittifakın amacı VarÅŸova Paktı'na karşı koymak olduÄŸu için önemli bir risk taşıyordu. NATO, OrtadoÄŸu'dan saldırıya uÄŸraması durumunda Türkiye'nin savunmasına gelmek zorunda mıydı? Kâğıt üzerinde -1949 Washington AntlaÅŸması'nın 5. maddesi- cevap "hayır" gibi görünüyordu.

SoÄŸuk SavaÅŸ'ın sona ermesi, sonunda Türkiye'yi İsrail'le baÄŸlarını yeniden deÄŸerlendirmeye yöneltti. VarÅŸova Paktı'nın dağılmasıyla NATO'nun geleceÄŸi belirsizleÅŸti. Avrupa BirliÄŸi'nin (AB) doÄŸuya doÄŸru geniÅŸlemesi, AB merkezli güvenlik ve savunma planlarının sürüncemede kalması, bir Avrupa hızlı mukabele gücü kurma hamleleri, hepsi Ankara için belirsizlik yarattı. NATO ittifakının kenarında ve AB dışında bulunan Türkiye'nin, yerleÅŸik stratejik güvenlik doktrinlerinin hala geçerli olup olmadığını ve hala herhangi bir "kolektif ÅŸemsiye" altında bir yeri olup olmadığını merak etmek için yeterli nedenleri vardı.

Aynı zamanda, OrtadoÄŸu'dan kaynaklanan Türkiye kaynaklı potansiyel tehditler endiÅŸe verici bir hızla büyümeye baÅŸladı. ÇeÅŸitli zamanlarda, Suriye, Irak ve İran, kimyasal ve biyolojik silahların yanı sıra uzun menzilli dağıtım sistemleri için hızlandırılmış programlara sahipti. Ve çeÅŸitli zamanlarda Türkiye, bu üç devletten bir veya daha fazlasından yardım alan terörist grupların tehditleriyle karşı karşıya kalmıştır. PKk lideri Abdullah Öcalan'ın 1999'da tutuklanması ve hapsedilmesinden bu yana sorun azalmış olsa da, tamamen ortadan kaldırılmadı. Dahası, devlet destekli maddi yardım, operasyonel yardım ve manevi rehberlikle körüklenen radikal İslam tehlikesi, Türk devletinin laik, Batı odaklı dokusunu tehdit etmeye devam ediyor.

1990'larda İsrail ve Türkiye'yi bir araya getirmek için iki eÄŸilim daha bir araya geldi: Arap ülkelerinde demokratikleÅŸmenin baÅŸarısızlığı ve Avrupa'nın birleÅŸmesi.

Türkiye ve İsrail, belirgin ÅŸekilde Batı yanlısı, laik-demokratik tercihe sahip ülkelerdir – bu da onları Arap OrtadoÄŸu'suna yabancı kılan bir gerçektir. Önde gelen bir analist, Türkiye ve İsrail'in "bölgelerine egemen olan demokratik olmayan ve Arap rejimlerinden 'ortak bir ötekilik duygusunu' paylaÅŸtığını" belirtti. Bu "ötekilik" duygusu, Arap OrtadoÄŸu'sunun Sovyetler BirliÄŸi ve DoÄŸu Avrupa'nın yaÅŸadığı demokratikleÅŸme geçiÅŸini gerçekleÅŸtiremediÄŸi 1990'larda derinleÅŸti.

Aynı on yıl boyunca, Avrupa'nın birleÅŸmesine yönelik hızlanan hareket, Türkiye ve İsrail'in marjinallik duygusunu yoÄŸunlaÅŸtırdı. Her iki ülke de Avrupa kulübüne üye olmak istiyordu. Ancak, Avrupa baÅŸkentlerindeki düÅŸman insan hakları ve siyasi lobiler tarafından sistematik olarak saldırıya uÄŸrayan her iki ülke, dahil edilmeleri lehine bir Avrupa konsensüsüne güvenemedi. Avrupa'nın birleÅŸme süreci hızlandıkça, hem Türkiye hem de İsrail kendilerini tehlikeli bir ÅŸekilde izole edilmiÅŸ ve marjinalleÅŸmiÅŸ hissettiler ve aralarındaki ortaklığa geri dönüÅŸ uygun bir seçenek haline geldi.

Ancak Ankara ile Kudüs arasındaki baÄŸlantı, sadece tecrit edilenler için bir kulüp olmuÅŸ olsaydı çok ileri gitmezdi. Her iki tarafın da diÄŸeri tarafından karşılanabilecek çok somut ihtiyaçları vardı. Türkiye için İsrail, diÄŸer Batılı kaynakların reddettiÄŸi teknolojik olarak geliÅŸmiÅŸ askeri teçhizatın çok ihtiyaç duyulan bir kaynağını temsil ediyordu. İsrail için Türkiye, dar toprak boyutlarıyla jeostratejik derinlik sunuyordu.

Özetle, 1990'lar İsrail ve Türkiye'ye yeni bir iliÅŸki kurmaları için bol miktarda teÅŸvik saÄŸladı. Onlar da bu fırsatı kaçırmadılar.

Isınma

İsrail-Türkiye iliÅŸkilerindeki deÄŸiÅŸim, 1991 yılında Madrid barış konferansının ardından, Türkiye'nin iliÅŸkileri tam büyükelçilik statüsüne yükseltmek için harekete geçmesiyle baÅŸladı. Ancak asıl atılım, Türkiye DışiÅŸleri Bakanı Hikmet Çetin'in İsrail'i ziyaret ettiÄŸi Kasım 1993'te gerçekleÅŸti. Ziyaret sırasında, İsrailli mevkidaşıyla karşılıklı anlayış ve iÅŸbirliÄŸi konusunda bir memorandum imzaladı. DönüÅŸünde Çetin, Türkiye-İsrail iliÅŸkilerinin her alanda daha da ilerleyeceÄŸini açıkladı ve iki devletin "OrtadoÄŸu'nun yeniden yapılandırılmasında" iÅŸbirliÄŸi yapacağını da sözlerine ekledi. Bu temasları sonraki yıllarda, 1994 yılında Türkiye BaÅŸbakanı Tansu Çiller ve 1996 yılında CumhurbaÅŸkanı Süleyman Demirel'in ziyaretleri de dahil olmak üzere daha üst düzey temaslar izledi. İsrail DışiÅŸleri Bakanı Åžimon Peres ve İsrail CumhurbaÅŸkanı Ezer Weizmann bu ziyaretlere karşılık verdi.

1996'nın baÅŸlarına kadar Ankara, askeri iÅŸbirliÄŸinden ziyade İsrail ile ekonomik, teknik ve kültürel baÄŸları destekliyor gibiydi. Ancak 1996'da iki ülke geniÅŸ kapsamlı bir askeri koordinasyon anlaÅŸması imzaladı. AnlaÅŸma, diÄŸer ÅŸeylerin yanı sıra, İsrail hava kuvvetleri uçaklarının Türk hava sahasını eÄŸitim amacıyla kullanmasını saÄŸladı. Aynı yılın AÄŸustos ayında, iki hükümet teknik bilgi ve uzmanlık alışveriÅŸi için ek bir anlaÅŸma imzaladı ve İsrail'in elliden fazla Türk hava kuvvetleri F-4 Fantom'unu yükseltmesinin önünü açtı.

1996 anlaÅŸmalarını, her ülkenin iliÅŸkiye verdiÄŸi geniÅŸ kapsamlı öneme iliÅŸkin karşılıklı ziyaretler ve deklarasyonlar izledi. Türk Genelkurmay BaÅŸkanı İsmail Hakkı Karadayi, 1997 yılının baÅŸlarında İsrail'i ziyaret etti. Bunu İsrail DışiÅŸleri Bakanı David Levy'nin Ankara'ya yaptığı ziyaret izledi. Daha sonra Türkiye Savunma Bakanı Turhan Tayan, Mayıs 1997'nin baÅŸlarında Çevik Bir (bu yazının ortak yazarı) gibi İsrail'e bir ziyaret gerçekleÅŸtirdi. Aynı yılın Ekim ayında İsrail Genelkurmay BaÅŸkanı Amnon Lipkin-Shahak Türkiye'yi ziyaret etti. Her iki durumda, bu ziyaretçiler maiyetlerini de yanlarında götürdüler, böylece 1997'nin ikinci yarısında her iki ordudan önemli sayıda komutan birbirleriyle tanıştı.

En üst kademelerden gelen siyasi açıklamalar, iliÅŸkinin stratejik önemini açıkça vurguladı. ÖrneÄŸin, AÄŸustos 1997'de BaÅŸbakan Mesut Yılmaz, Türkiye-İsrail iÅŸbirliÄŸinin bölgede "güç dengesi için gerekli" olduÄŸunu belirtti. 1998'de İsrail BaÅŸbakanı Binyamin Netanyahu da benzer ÅŸekilde iliÅŸkinin "istikrarsızlığın hüküm sürdüÄŸü yerde istikrarı teÅŸvik edeceÄŸini" savundu. Dönemin İsrail Savunma Bakanı İzak Mordehay, baÄŸların önemini ÅŸu ifadelerle tasvir etmiÅŸtir: "El ele tutuÅŸtuÄŸumuzda güçlü bir yumruk oluÅŸtururuz ... iliÅŸkimiz stratejik bir iliÅŸkidir."

İkili ticaret de iki ülke arasındaki baÄŸda önemli bir faktör olmuÅŸtur. On yıl önce neredeyse ihmal edilebilir bir ÅŸekilde, İsrail-Türkiye ticareti 1990'larda istikrarlı bir ÅŸekilde arttı ve 1999'da neredeyse bir milyar dolara ulaÅŸtı. İsrail bugün Türkiye'nin OrtadoÄŸu'daki baÅŸlıca ihracat pazarıdır. Sivil mübadelelerin hacmi de (turistik, akademik, profesyonel, sportif ve kültürel) çarpıcı bir ÅŸekilde geniÅŸledi ve Türkiye 1990'ların ortalarında İsrail'in en popüler turistik bölgesi haline geldi.

Yeni baÄŸlar, en ÅŸiddetlisi 1996'da İsrail karşıtı ve İslamcı Refah Partisi baÅŸkanı Necmettin Erbakan'ın iktidara gelmesi olan birçok zor sınavdan geçti. Erbakan, göreve baÅŸladığı ilk günlerden itibaren hem iç hem de dış politika cephelerinde İslami bir gündeme giriÅŸti. Bu, eÄŸitim sisteminin İslamileÅŸtirilmesi için bir itici gücü, Türkiye'yi Arap dünyasına yakınlaÅŸtırma vaadini ve İslam devletlerinden oluÅŸan "NATO benzeri" bir ittifakın kurulması vizyonunu içeriyordu. Erbakan'ın İsrail karşıtı söylemi, geleneksel Yahudi karşıtı motifler ve mitlerle doluydu. Ona göre İsrail "zamansız bir düÅŸman" ve "Arap ve Müslüman dünyasının kalbinde bir kanser" idi. İsrail'i İslam inancını baltalamaya çalışmakla suçladı, Nil'den Fırat'a uzanan "büyük İsrail" hayaleti konusunda uyardı ve Türkiye'nin ekonomik zorluklarından "Siyonist bir komplonun" sorumlu olduÄŸunu iddia etti. Erbakan, seçilmesinden önce Ankara'nın İsrail ile iliÅŸkilerini dondurma ve iki ülke arasındaki ikili anlaÅŸmaları iptal etme sözü verdi. Bazı analistler Erbakan'ın seçilmesinin iliÅŸkilere ölümcül bir darbe vuracağını düÅŸünüyordu.

Olmadı. Türkiye'nin anayasal sisteminin hükümleri uyarınca, ordu, modern Türkiye'nin kurucusu Kemal Atatürk'ün laik cumhuriyetçi mirasını korumakla görevlidir. Ordu, Erbakan'a boÅŸ boÅŸ oturup Türkiye'nin İslam'a yönelmesini izlemeyeceÄŸini veya İsrail-Türkiye askeri iliÅŸkilerinin tehlikeye girmesine izin vermeyeceÄŸini açıkça belirtti. Hem askeri hem de siyasi liderlerden oluÅŸan güçlü Ulusal Güvenlik Konseyi'nin (MGK) genel sekreteri, laik üstünlüÄŸün yeniden teyit edilmesiyle, Türkiye'nin laik toplumunun ve eÄŸitim sisteminin ülkenin ulusal güvenliÄŸinin temel ilkelerini oluÅŸturduÄŸunu ilan etti. Erbakan kontrol altında tutuldu. Türkiye ve İsrail, en önemli askeri iÅŸbirliÄŸi anlaÅŸmalarını, İslamcı baÅŸbakanın MGK'nın baskısı altında istifasını sunduÄŸu Haziran 1997'de sona eren Erbakan'ın görev süresi boyunca imzaladılar.

Bir baÅŸka test de, kendilerini Türkiye'nin veya İsrail'in (veya her ikisinin) düÅŸmanı (veya potansiyel düÅŸmanı) olarak görenlerin yönelttiÄŸi eleÅŸtirilerin ÅŸiddetinden kaynaklandı. ÖrneÄŸin, İsrail-Türkiye ortaklığından belki de en çok etkilenen ülke olan Suriye CumhurbaÅŸkanı Yardımcısı AbdülHalim Haddam, bunun "1948'den beri Araplar için en büyük tehdit" olduÄŸu ve ABD-Türkiye-İsrail iliÅŸkilerinin "en tehlikeli ittifak" olduÄŸu konusunda uyardı. İkinci Dünya Savaşı'ndan beri tanık olunan." Irak DışiÅŸleri Bakanı Muhammed Sa'id es-Sa'id, Ocak 1998'deki ortak deniz manevralarını "provokatif bir eylem" olarak nitelendirdi. İran CumhurbaÅŸkanı Muhammed Hatemi, Türkiye-İsrail ittifakının "İslam dünyasının duygularını kışkırttığını" da açıkladı. Mısır, ABD'ye olan bağımlılığı nedeniyle kısıtlanmış olsa da, İsrail-Türkiye ortaklığını da eleÅŸtirdi. CumhurbaÅŸkanlığı danışmanı Usame el-Baz, Ankara ile Kudüs arasındaki askeri iÅŸbirliÄŸinin "OrtadoÄŸu'da istikrarsızlığa ve muhtemelen savaÅŸa yol açacağı" ve "Arap devletlerinin çıkarlarını tehdit ettiÄŸi" uyarısında bulundu. Mısır'ın anlaÅŸmaya yönelik düÅŸmanlığı o zamandan beri bir miktar azaldı, ancak Kahire hala Ankara-Kudüs ittifakını bölgesel liderlik özlemlerinin önünde zorlu bir engel olarak görüyor.

Özellikle Arap çevrelerinden gelen eleÅŸtirilerin çoÄŸu, Türkiye'yi iliÅŸkiden çekilmeye ikna etmeyi amaçlıyordu. O da baÅŸarısız oldu.

Eylül 2000'den bu yana, Türkiye-İsrail iliÅŸkileri baÅŸka bir sınavla karşı karşıya kaldı. İsrail ile Filistinliler arasındaki yıpratma savaşı, Türkiye de dahil olmak üzere Müslüman dünyasının çoÄŸunda yankılandı. İsrail'in politikalarına yönelik eleÅŸtirilerde Türk sesleri yükseldi. Bir kez daha, anlaÅŸmaların askıya alınabileceÄŸi veya iptal edilebileceÄŸi ihtimali hakkında spekülasyonlar döndü. Yine de, bir kez daha saÄŸlam durdular.

KuÅŸkusuz, son iki yılda yaÅŸanan olaylar, İsrail-Türkiye iliÅŸkilerini çevreleyen abartıların bir kısmını ortadan kaldırdı. Ancak ortaklık İsrail-Filistin "barış sürecinden" kaynaklanmadı ve sürecin sona ermesi iÅŸbirliÄŸini durdurmadı. Aslında, İsrail'e yönelik son eleÅŸtiriler, Türkiye'deki birçok kiÅŸiye İsrail-Türkiye iliÅŸkisinin Ankara'nın kendi ulusal çıkarları için hayati önemini yeniden teyit etme fırsatı saÄŸladı.

1990'lı yıllardaki geliÅŸmeler sonucunda İsrail-Türkiye iliÅŸkileri dönüÅŸüme uÄŸradı. İsrail'in istekliliÄŸi ve Türkiye'nin suskunluÄŸunun eski modelinin yerini, karşılıklı çıkarlara baÄŸlı, geniÅŸleyen iÅŸbirliÄŸi alanlarında eÅŸit olarak çalışan iki ortağın daha olgun bir modeli aldı. Ancak iliÅŸkinin hala gerçekleÅŸmemiÅŸ çok fazla potansiyeli var, hiçbir yerde stratejik düzeyden daha fazla deÄŸil. Ortaklık ÅŸu ana kadar stratejik anlamda neler baÅŸardı? Hangi yönlerde geliÅŸmeli?

Stratejik İçerik

"Stratejik" kelimesi, İsrail ve Türkiye iliÅŸkileri söz konusu olduÄŸunda kolaylıkla kullanılabilir. Tanınmış bir uzmana göre, "yakın İsrail-Türkiye iliÅŸkilerinin ortaya çıkması, SoÄŸuk SavaÅŸ sonrası OrtadoÄŸu'daki en önemli stratejik geliÅŸmelerden biridir." Önde gelen bir gazeteci, "ittifakın petrol zengini OrtadoÄŸu'daki stratejik güç dengesini deÄŸiÅŸtirdiÄŸi" görüÅŸünü dile getirdi. BaÅŸka bir analist, "(İsrail ile Türkiye arasındaki) geliÅŸen yeni iliÅŸkinin, İsrail-Mısır yakınlaÅŸmasından bu yana İsrail dış politikasında belki de en önemli geliÅŸme olduÄŸunu" açıkladı. Yine bir baÅŸkası bunu OrtadoÄŸu'nun "en önemli askeri iliÅŸkisi" olarak adlandırdı. Bu nitelemelerden herhangi birini kabul etmeden önce, iliÅŸkinin ne olduÄŸunu ve ne olmadığını tanımlamak önemlidir.

İki ülke arasında tanımlanmış gelecek senaryolarında karşılıklı savunma veya askeri iÅŸbirliÄŸi konusunda resmi bir taahhüt olmadığı sürece, Ankara ile Kudüs arasındaki ittifakın geleneksel anlamda askeri bir ittifak olmadığı açıktır. Her iki devlet de diÄŸerinin savaÅŸlarını sürdürmesini beklemiyor ve her ikisi de kendi hayati ulusal çıkarlarına doÄŸrudan etki etmeyen krizlere karışmaktan çekiniyor. İsrail ve Türkiye'nin, biri adına askeri harekâtı harekete geçirecek durum(lar)ı belirten tanımlanmış bir ‘casus foederisi’ (anlaÅŸma uygulanma koÅŸulu) yok.

Bununla birlikte, iliÅŸkileri hala stratejik bir ortaklık olarak kabul edilebilir, çünkü doÄŸası gereÄŸi hem bölgesel hem de küresel olan çok çeÅŸitli konularda görüÅŸlerin temel bir yakınlaÅŸmasına dayanmaktadır. Her iki ülkenin liderleri de iliÅŸkinin özel olarak herhangi bir üçüncü tarafa yönelik olmadığını vurgulamakta zorlanırken, İsrail ve Türkiye, Suriye, kitle imha silahlarının yayılması, İslami radikalizm tehlikesi, İran veya Irak'tan gelebilecek potansiyel tehditler ve Orta Asya'nın jeopolitik kaderi ile ilgili endiÅŸeleri paylaşıyor.

Türkiye ile İsrail arasındaki stratejik ortaklık klasik bir güç dengesi oyunu deÄŸildir. İki ülke, askeri açıdan herhangi bir bölgesel rakipten veya potansiyel olarak rakip bölgesel ittifaklardan daha güçlüdür. Daha ziyade, iki "statüko gücü" arasındaki, ortak tehditleri savuÅŸturmak için kaynakları bir araya getiren ve esas olarak bölgedeki mevcut jeopolitik koÅŸulların zorla bozulmasını önlemekle ilgilenen bir iliÅŸkidir. Ne İsrail'in ne de Türkiye'nin mevcut sınırlarının ötesinde aktif bir toprak talebi veya görevdeki bölgesel rejimleri devirme arzusu yoktur. Ancak her ikisi de Suriye, Irak ve İran gibi toprak hırsları taşıyan ya da bölgedeki rejimleri kendi isteklerine göre kontrol etmeyi ya da deÄŸiÅŸtirmeyi arzulayan "revizyonist" düÅŸmanlarla karşı karşıya. (Nitekim, Åžam ile Ankara arasında Haziran 2002'de imzalanan son güvenlik koordinasyon anlaÅŸması, İsrail-Türkiye iliÅŸkisini tetikleyen temel jeopolitik parametrelerde çok az deÄŸiÅŸmiÅŸtir. Suriye-Türkiye arasındaki su gerilimleri ve Suriye'nin Hatay'a yönelik hak iddia etmesi yüzeyin altında kaynamaya devam ediyor).

Ortaklığın stratejik tarafı yapısal formaliteden yoksun olsa da, ortak tatbikatlar, personelden personele koordinasyon, istihbarat paylaşımı ve karşılıklı ziyaretler de dahil olmak üzere mevcut askeri iÅŸbirliÄŸi seviyesi, gelecekte olası ortak eylemler için bir altyapı oluÅŸturmuÅŸtur. Bu, her iki ülkenin de zaman zaman üst düzey stratejik diyaloglarını duyurması gerçeÄŸiyle birlikte, caydırıcılık ve zorlayıcı diplomasi için kendi potansiyellerini artırdı. Uluslararası iliÅŸkilerin ağırlıklı olarak güç politikası olarak yürütüldüÄŸü ve askeri hünerin ulusal gücün temel bileÅŸeni olarak algılandığı bir bölgede, gayri resmi ittifaklar genellikle resmi, açık koalisyonlar kadar önemlidir. Ve diÄŸer OrtadoÄŸu devletlerinin çoÄŸu İsrail-Türkiye iliÅŸkilerindeki askeri bileÅŸene takıntılı hale geldiÄŸinden, her iki ülke de potansiyel rakipler onları müttefik olarak algıladıkları için stratejik kazançlar elde ettiler.

Her iki ülkenin de iliÅŸkilerinden bugüne kadar elde ettikleri stratejik faydalar aÅŸağıdaki baÅŸlıklar altında toplanabilir:

GeliÅŸmiÅŸ caydırıcılık: İsrail-Türkiye askeri iÅŸbirliÄŸi ÅŸüphesiz her iki tarafın da caydırıcılık duruÅŸunu güçlendirdi ve böylece her ikisine karşı ÅŸiddetin kışkırtılma olasılığını azalttı. Türkiye'ye veya İsrail'e karşı güç kullanmayı düÅŸünen devletler, birleÅŸik güçlerini dikkate almalıdır. İliÅŸki, herhangi bir düÅŸman için potansiyel riskleri artırır. İsrail-Türkiye karşılıklı yükümlülüÄŸünün kesin parametreleri belirsiz olsa da, bu belirsizlik her iki ülke için de rakipleri caydırmada bir deÄŸerdir.

GeliÅŸmiÅŸ zorlayıcı diplomasi: Zorlayıcı diplomasi, caydırıcılıkla aynı unsurların çoÄŸundan yararlanır, ancak bir düÅŸmanı istenmeyen bir eylemde bulunmaktan caydırmak yerine, bir düÅŸmanı istenen bir eylemde bulunmaya zorlar.

Türkiye'nin zorlayıcı diplomasisi, İsrail ile olan iliÅŸkisinden ÅŸimdiden yararlandı. 1998'de Åžam, PKK lideri Abdullah Öcalan'ı sınır dışı etmesi ve terörist faaliyetleri on binlerce Türk vatandaşının hayatına mal olan örgütüne verdiÄŸi desteÄŸi sonlandırması için Türk baskısına boyun eÄŸdi. İsrail-Türkiye iliÅŸkilerinin savunucuları arasında, Suriye'nin Ankara'nın taleplerine uymasının, Suriyeli liderler arasında birleÅŸik bir Türk-İsrail tehdidiyle uÄŸraÅŸmak zorunda kalabilecekleri algısından kaynaklandığı konusunda genel bir fikir birliÄŸi var. Aslında, bu görüÅŸ iliÅŸkinin muhalifleri tarafından bile savunulmaktadır. Bu nedenle, İsrail-Türkiye ittifakını ÅŸiddetle eleÅŸtiren Nebil Kaylani'ye göre: "Türkiye, İsrail ile ittifakı olmasaydı, Suriye ile bu kadar saldırgan bir ÅŸekilde karşı karşıya gelmezdi." Gerçekten de, Suriye ile Türkiye arasında yakın zamanda imzalanan güvenlik koordinasyon anlaÅŸması, bazıları tarafından, Åžam'ı OrtadoÄŸu güç denkleminin yeni gerçeklerine boyun eÄŸmeye ve Türkiye'ye yönelik düÅŸmanlığını frenlemeye veya en azından askıya almaya zorlayan Türkiye-İsrail yumuÅŸamasının bir sonucu olarak Ankara'ya devredilen ek bir fayda olarak görülüyor. Suriyelilerin Türkiye'yi İsrail'le iliÅŸkilerini kesmeye ikna etmeye çalışmamış olmaları, bu görüÅŸe destek veriyor.

Washington'da geliÅŸmiÅŸ duruÅŸ: Türkiye ile İsrail arasındaki iÅŸbirliÄŸi, ABD için önemini artıran bir sinerji yaratıyor. Bu, özellikle İsrail-Türkiye ittifakının ABD çıkarlarına ÅŸiddetle düÅŸman bir bölgenin sınırlarını çizdiÄŸi gerçeÄŸinin altını çizen 11 Eylül 2001 olaylarının ardından geçerlidir. Her iki ülke birlikte ABD'nin çıkarlarına iltifat eden istikrar için müthiÅŸ bir güç oluÅŸturuyor.

Daniel Pipes, ABD'nin geliÅŸen bir İsrail-Türkiye ortaklığına olan ilgisi hakkında ÅŸu yorumu yaptı:

Türkiye-İsrail ortaklığı ABD'ye birçok avantaj sunuyor. En iddialı olanı, Washington'un elli yıldır bel baÄŸladığı otoriter yöneticilerin aksine, demokratik müttefiklerden oluÅŸan Amerikan yönelimli bir bölgesel ortaklığın çekirdeÄŸini saÄŸlayabilir. Eisenhower'ın BaÄŸdat Paktı, Nixon'un "ikiz sütunları" ve Reagan'ın "stratejik konsensüsü" çoÄŸunlukla ÅŸüpheli hükümdarlara (Irak'ın zayıf HaÅŸimileri, İran'ın bombardıman ÅŸahı, korkunç Suudiler) ve çirkin otoriterlere (bugün Mısır'daki Mübarek rejimi gibi) baÄŸlıydı. Ancak Türkiye-İsrail saflaÅŸması, ilk kez, Avrupa'da olduÄŸu gibi, Amerikan yanlısı demokrasilerden oluÅŸan bir ittifak geliÅŸtirme olasılığını yaratıyor. EÄŸer dikkatli bir ÅŸekilde geliÅŸtirilirse, (diÄŸerleri) de buna katılabilir. ... Nihai sonuç, tüm hedeflerin en zor olanı olabilir: daha barışçıl bir OrtadoÄŸu.

ÇeÅŸitli kritik noktalarda, Türkiye-İsrail iliÅŸkileri ABD'nin onayını ve teÅŸvikini aldı. Belki de en somut tezahürü, istikrarsız ortamlarında tartışmasız askeri üstünlüklerini saÄŸlamak için iki tarafa ve iki taraf arasında savunmayla ilgili teknoloji transferlerine karşı yumuÅŸak bir tutum olmalıdır.

Sonraki AÅŸama

11 Eylül'ün dramatik olayları, uluslararası terörizm ve radikal İslamcılık tehdidinin liberal demokrasilere yönelik ciddiyetini inkâr edilemez bir ÅŸekilde göstererek, uluslararası sistem için bir dönüm noktası oluÅŸturmaktadır. Sadece slogan olan "demokratik barış" ve "teröre sıfır tolerans" gibi kavramlar artık yeni bir anlamla aşılanmıştır. Benzer askeri ve terörist tehditlerle karşı karşıya kalan demokrasilerin bir araya gelmesi, önümüzdeki aÅŸamada dünya düzenini belirleyecektir.

OrtadoÄŸu, bu tehditlerin temel üreticisi olma yolunda hızla ilerliyor. Bu, radikal güçlerin tehdidine karşı bir denge ağırlığı olarak İsrail-Türkiye iliÅŸkileri için yeni ufuklar açıyor. İtilaf, iki ülkenin çıkarlarının yakınlaÅŸmasıyla baÅŸladı. Teokratik aşırılıkçılığı ve savaÅŸçı despotizmi kontrol altında tutmak amacıyla, ABD ve Avrupa tarafından teÅŸvik edilen OrtadoÄŸu için daha geniÅŸ bir güvenlik mimarisinin direÄŸi olarak geliÅŸebilir.

İtilaf Devletleri'nin bölgeye ve ötesine iletmesi gereken dört ana mesaj var:

Orta DoÄŸu'da ve ötesinde daha fazla güvenlik ve istikrar saÄŸlamayı amaçlamaktadır.

Demokratik rejimlerin (hem ahlaki hem de siyasi açıdan) yararlarını ve aralarındaki iÅŸbirliÄŸinin etkili bir ÅŸekilde pekiÅŸtirilmesinin doÄŸasında bulunan faydaları gösterir.

Herhangi bir agresif tasarımla motive edilmez ve üçüncü taraflara karşı yönlendirilmez.

Gayri resmi yapısı ve saldırgan olmayan hedefleri sayesinde benzer düÅŸünen diÄŸer bölgesel aktörlere açıktır.

Bu iliÅŸkinin nihai yönü, amacı OrtadoÄŸu'yu yeniden inÅŸa etmekten baÅŸka bir ÅŸey olmayan "teröre karşı savaÅŸ" baÅŸlığı altında kurulan birbiriyle rabıtalı baÄŸlar ağı ile etkileÅŸiminin kolaylığında yatıyor olabilir.

İşte tam da bu noktada İsrail-Türkiye ortaklığı her iki devlet için de deÄŸerinin ötesine geçiyor ve ÅŸaÅŸkına dönmüÅŸ bir bölge için bir iyimserlik ışığı olarak hizmet ediyor. Bu iliÅŸkide önde gelen bir otorite olan Efraim Inbar'ın gözlemlediÄŸi gibi:

Toplumlarının OrtadoÄŸu'daki diÄŸer ülkelerden çok daha fazla özgürlük ve refah elde etmedeki baÅŸarısı, demokrasinin yalnızca Batı Avrupa ve Kuzey Amerika'da bulunan bir özellik olmadığını sürekli hatırlatmaktadır. Bu, böyle bir deneyimin komÅŸuları tarafından taklit edilebileceÄŸi umudunu körüklüyor.

Umudun gerçekçi olup olmadığı henüz belli deÄŸil. Bu arada, Türkiye-İsrail iliÅŸkisi, çıkarları istikrarlı ve demokratik bir OrtadoÄŸu'da yatan herkes tarafından beslenmeyi ve ödüllendirilmeyi hak ediyor. Ve İsrail ve Türkiye, kendi ittifaklarını açık uçlu olarak görmeli ve öncüllerini paylaÅŸacak herkese kucak açmalıdır. Düzensizlik güçlerinin her zamankinden daha karmaşık aÄŸlar ördüÄŸü bir OrtadoÄŸu'da, istikrarın destekçileri daha azını yapmayı göze alamazlar.

Kaynak: https://www.meforum.org/511/formula-for-stability-turkey-plus-israel

Çevik Bir, 1995-1998 yılları arasında Türk Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay BaÅŸkan Yardımcısı olarak görev yaptı ve birçok önemli Türk-İsrail askeri anlaÅŸmasını müzakere etti. Martin Sherman, Herzilya'daki Disiplinlerarası Merkez'deki Politika ve Strateji Enstitüsü'nde kıdemli bir araÅŸtırmacıdır ve Tel Aviv Üniversitesi'nde siyaset bilimi dersleri vermektedir...

Sosyal medyada paylaÅŸ: Facebook Twitter Whtasapp


Hakkımızda

Uluslararası Siyasal Gündem - Kudus Analiz | KA kudusanaliz.com


Kudüs Analiz sitesi bir Kudüs Medya AŞ portalıdır




Son Güncellenenler


Network Yazılım