Åžeyh Mahir Hammud'un Cuma Hutbeleri (20)

Åžeyh Mahir Hammud'un Cuma Hutbeleri (20)
Sosyal medyada paylaÅŸ: Facebook Twitter Whtasapp

Åžeyh Mahir Hammud'un Cuma Hutbeleri (20)

Hamd Âlemlerin rabbinedir. Allahım, Ey Rabbimiz! Senin vechinin celâline ve senin hükümranlığının yüceliÄŸine layık ÅŸekilde sana hamd olsun.

Seni bütün eksiklerden tenzih ederiz. Ancak sen kendine layıkıyla senâ edersin; biz seni layıkıyla övmeye güç yetiremeyiz. Allahım semavât dolusu, yeryüzü dolusu ve bunlardan öte dilediÄŸin dolulukta hamd sanadır.

 Bütün övgüler ve yücelik sanadır. Kulların hak olarak söyledikleri sanadır. -ki hepimiz senin kulunuz-

Allahım senin verdiklerine mani’yoktur; mani’olduklarına da verilecek/verecek yoktur. Senin katında sâlih amel dışında dünyalık nimetlerin (mal – mülk, evlat) hiçbiri fayda veremez.

Allah’tan baÅŸka ilah olmadığına; eÅŸi benzeri ve ÅŸeriki olmadığına ve efendimiz, önderimiz, hâbibimiz, ÅŸefaatçimiz Muhammed’in O’nun kulu Resulü olduÄŸuna ÅŸehadet ederim. Onu kendi kulları arasından seçip kendine dost kıldı. O da emaneti edâ etti, risâleti tebliÄŸ etti ve ümmete nasihat edip Allah için hak üzere cihad etti. Biz de buna ÅŸahitlik edenlerdeniz.

Selât ve selamların en güzeli ona, pak aline, seçkin ashabına ve din gününe kadar kendisine ihsan üzre tabii olanların üzerine olsun.

Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve kiÅŸi yarın için önden ne gönderdiÄŸine baksın. Allah’tan sakının. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (HaÅŸr/18)

 Evet, deÄŸerli kardeÅŸlerim Yüce Allah ÅŸöyle buyuruyor:

 Andolsun, biz her ümmete: 'Allah'a kulluk edin ve taÄŸuttan kaçının' (diye tebliÄŸ etmesi için) bir elçi gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidayet verdi, kiminin üzerine sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uÄŸradıkları sonucu görün.”

 Nahl Suresinin 36. Ayeti olan bu ayet, peygamberlerin önemini kısaca belirtiyor. “Her ümmete” diyor, yani sadece Hz. Muhammed (s.a.v) deÄŸil, tüm peygamberlerin önemine vurgu yapıyor. Andolsun, biz her ümmete: 'Allah'a kulluk edin ve taÄŸuttan kaçının' (diye tebliÄŸ etmesi için) bir elçi gönderdik.”  

 Ayette geçen “TaÄŸut” ifadesi zalim hükümdar anlamındadır. Kuran’da farklı üç anlamda kullanılıyor ancak bu ayette geçen anlamı budur. Zalim hükümdar baÄŸlamında Musa’nın Firavun’a; İbrahim’in Nemrud’a; İsa’nın Kayzer’e; Muhammed (s.av)’in KureyÅŸ’in ileri zalimlerine karşı çıkması örnek verilebilir. Yüce Allah ÅŸöyle buyurdu:

 “Böylece sizi, insanların üzerine ÅŸahit olmanız ve peygamberin de sizin üzerinize ÅŸahit olması için orta bir ümmet kıldık.” (Bakara 143)

 “Sizi, insanların üzerine ÅŸahit olmanız” ifadesi, insanlığa öÄŸretmek anlamı taşır. “Seni alemlere ancak bir rahmet olarak gönderdik.”

Peygamber (s.a.v)’in doÄŸumunda Kisra’nın arşının sarsıldığını, Kayser’in arşının ise yarıldığını sürekli tekrar ediyoruz. Peki neden? Hz. Muhammed (s.a.v)’in doÄŸumunun Kisra ve Kayser’in sarayıyla ne alakası var? Ki bu ikisi o dönemin iki ana gücüydü. Mesela s.a.v’in annesi rüyasında Arap yarımadasında putların kırıldığını görmedi, ancak bundan daha büyüÄŸünü gördü. Busra’nın saraylarını aydınlatan bir nurun kendinden çıktığını gördü. Busra, Suriye’nin güneyinde bulunan bir ÅŸehirdir. Bu ÅŸehirde Roma’ya ait eserler ÅŸimdiye kadar mevcuttur. Yani yaratılmışların efendisinin doÄŸumuna ayetler, hadisler ve rivayetler ışığında baktığımızda insanların akılları, toprakları, malları ve gelecekleri üzerinde egemenlik kuran taÄŸutlara karşı bir çıkış olduÄŸunu görürüz. Müslümanlar İslam’ı böyle anladı. Sahabe-i Kiramın mücadelesine baktığımızda bunu görüyoruz. Sahabe-i Kiram İslam’ı Arap yarımadasına yaymayı tamamladıktan sonra DoÄŸu’da pers İmparatorluÄŸu Batı’da ise Roma İmparatorluÄŸuna karşı harekete geçtiler. Resulullah (s.a.v)’in vefatından sonra Müslümanlar Kadisiyye’de zafer elde etti, böylece Pers İmparatorluÄŸu yıkıldı, Müslümanlar Kisra’nın sarayına girdi ve insanları kula kulluktan kurtarıp kulların Rabbine kulluk etmeye taşıdılar. Bundan kısa bir süre sonra ise Ürdün’ün kuzeyine ve Suriye’nin güneyine düÅŸen Yermük’te çetin bir savaşın ardından zafer kazandılar, böylece Bilad-ı Åžam bölgesindeki Roma’nın hakimiyeti sona ermiÅŸ oldu. İslam, kelimenin dar anlamıyla sadece putperestlikle mücadele etmek ve sadece kulluk etme manasıyla Allah’a baÅŸka ilahlar ortak koÅŸmakla mücadele etmek için gelmedi. Bunlarla birlikte siyasi anlamdaki putperestlik ve ÅŸirkle de mücadele için geldi. Tarihimizdeki hükümdarların çoÄŸu bunu böyle anladı. Bazı konularda çok kere hata da ettiler isabet de ettiler. RaÅŸid halifelerden sonraki devirden yani Hicri kırkıncı yıldan sonraki evreden bahsediyoruz. Resulullah (s.a.v)’in vefatından sonra otuz yıl boyunca dört raÅŸid halife söz ettiÄŸimiz ilke doÄŸrultusunda hükmettiler. Onlardan sonra baÅŸka yöneticiler geldi bazı ÅŸeyler onlarda karıştı. Tıpkı sürekli zikrettiÄŸimiz Resulullahın Huzeyfe Hadisinde buyurduÄŸu gibi… Huzeyfe bin Yeman, Resulullah (s.a.v)’e sürekli ÅŸer ile ilgili sorular sorardı. Bunu sormasının sebebi ise o ÅŸerre düÅŸmemek içindi. Huzeyfe: “Ey Resulullah, biz cahiliyye ve ÅŸer içinde yaşıyorduk, Allah bize bu hayrı ve İslam’ı gönderdi. Bu hayırdan sonra ÅŸer gelecek mi?” diye sordu. (Resulullah) “Evet” dedi. “İslam’ın yayılıp üstünlük elde ettikten sonra bir ÅŸer dönemi olacak” dedi. Ancak bu ÅŸerrin ne olduÄŸuna dair Resulullah bize bir haber vermedi. Muhtemelen Sahabe-i Kiram arasında cereyan eden o büyük fitneye iÅŸaret etmiÅŸtir. (Huzeyfe tekrar sordu) Bu ÅŸer döneminden sonra hayır dönemi olacak mı?” (Resulullah)  “Evet, durumlar yatışacak fakat tam anlamıyla bir hayır dönemi deÄŸil üzerinde sis bulanıklığı olan bir hayır dönemi olacak” diye buyurdu. (Huzeyfe tekrar sordu) “Peki bu hayrın sisi nedir ey Resulullah.” “Bazı insanlar benim sünnetimden ayrılarak baÅŸka bir yol tutacaklar ve benim getirdiÄŸim hidâyetten baÅŸka bir yol gösterici arayacaklar. Onların yaptığı iÅŸlerin bir kısmını güzel görürsün bir kısmını da çirkin! diye cevap verdi Resulullah. “Onların yaptığı iÅŸlerin bir kısmını güzel görürsün bir kısmını da çirkin” ifadesi bence raÅŸid halifelerden günümüze kadar İslam tarihinin özetidir. “Onların yaptığı iÅŸlerin bir kısmını güzel görürsün bir kısmını da çirkin” yani öyle hükümdarlar gelecek ki, yapacakları hayır iÅŸlerin içine ÅŸer katacaklar. RaÅŸid halifelerden sonra bir takım hayırlı ÅŸeyler yapıldı ancak içine ÅŸer katıldı. Peki nedir bu ÅŸer? Resulullah (s.a.v)’in sünnetinin takip edilmemesidir. RaÅŸidlerden sonra yöneticilerin ÅŸekil ve davranışları artık baÅŸka bir hal almış oldu, deÄŸiÅŸti. Yönetici Hz. Ömer (r.a) veya Hz. Ali gibi zahit, adil ve insanlara deÄŸer veren bir çizgideyken daha sonra gelen yöneticilerde bu deÄŸiÅŸmiÅŸ oldu. Bunlar adaleti ayakta tutmuÅŸ ve savaÅŸta baÅŸarılı olmuÅŸ kiÅŸiler olabilirler ancak krallık kurdular, saraylar inÅŸa ettiler, mal biriktiler, yargısız hükümler verdiler… İşte “Onların yaptığı iÅŸlerin bir kısmını güzel görürsün bir kısmını da çirkin” hadisi bunlara uyuyor.

“Bu hayır devrinden sonra yine bir ÅŸer ve fesâd devri gelecek mi?” diye sordu Huzeyfe, -yani bulanık hayırlı devirden sonra-

“Evet gelecektir. O devirde birtakım dâvetçiler, insanları cehennem kapılarına çağıracaklar. Her kim onların dâvetine icabet ederse, onu cehenneme atacaklar» buyurdu Resulullah.

 Bu da ortaya çıktı, en fazla yirminci yüzyılda ortaya çıktı.

 Bu hadisten bir cüzdü. En önemlisi, “Onların yaptığı iÅŸlerin bir kısmını güzel görürsün bir kısmını da çirkin” ifadesidir. Misal her zaman ÅŸunu deriz: Halifelerden falanca kiÅŸi o büyük savaÅŸta zafer elde etti ve bize izzet ve ÅŸeref ikram etti ancak onun saraydaki ve insanlar arasındaki yaÅŸamına baktığımızda sıradan bir yaÅŸamla karşılaşırız; dünya, mal, kadın ve benzeri zaaflarını görürüz. İşte bu manzara İslam tarihimizin özetidir.

 Yirminci yüzyılın baÅŸlarına geri gittiÄŸimizde orda Osmanlı devletini görürüz. Allahualem bu devletin ÅŸerri hayrından daha fazlaydı. Fakat ÅŸekil itibariyle İslamiydi. En azından Tunus’tan İran’ın belli bir kısmına kadar ne vize ne bir ÅŸey herhangi bir engelle karşılaÅŸmadan gidebiliyordun. Hata ve hayırlarını gözetmeksizin sınırsız tek bir ülkeydi.18. Yüzyılın baÅŸlarından itibaren sanayi ve iktisadi alanında tırmanışa geçen Batı’nın tuzak ve entrikalarıyla karşı karşıya kaldı. Çünkü o vakitlerden itibaren Batı ile aramızdaki fark iyice açılmaya baÅŸladı. Ülkelerimiz sanayi, ziraat ve bütün alanlarda geri kalmış durumdayken onlar sanayi alanında bütün yönleriyle ilerleyiÅŸe geçti, buharlı gücü keÅŸfettiler, treni icat ettiler, fabrikalar kurdular, sonra petrolü çıkardılar. Böylece ülkeleri güçlü hale geldi. Hepsi bir araya toplandı ve Osmanlı Devletine “Hasta Adam” diye isim verdi. Sonra bizi parçalamaya baÅŸladılar ve sonuç olarak göründüÄŸü gibi ülkelerimizi bölük pörçük bölünmüÅŸ hale getirdiler.

Bu durum, bir çok İslam alimi, davetçi ve İslami hareketin aÄŸrına gitti, kurtarılması için çokça uÄŸraÅŸ verdiler lakin hiçbiri baÅŸarılı olamadı. Neden baÅŸarılı olmadıkları ve İslami hareketlerin neden muvaffak olmadıkları bir baÅŸka konudur, ona girmeyeceÄŸiz.

 20. Yüzyılın sonlarına geldiÄŸimizde 1979’da, İslami hareketlerin davet ettiÄŸi prensipler doÄŸrultusunda İmam Humeyni devrimi baÅŸarılı oldu. Belki aranızda haklı olarak konumuzla Humeyni’nin ne alakası var diyenler vardır. Ancak bu bizi ilgilendiriyor. Çünkü bu devrimin ardından tarihimizin seyri deÄŸiÅŸti. -Bugün vefatının 33. Yıldönümü…-  Siyasi açıdan İslami ÅŸiarları baÅŸarılı kıldı. Evet, onunla fıkhi mezhep bakımından ve kimsenin bizi ikna edemeyeceÄŸi bir takım akideler bakımından onunla ayrışıyoruz. Fıkhi konuda Müslümanların mezhebi veya diniyle ihtilaflı düÅŸüyor. Fakat siyasi bakımından bahsettiÄŸimiz prensiplere dikkat çekti. Çıkıp Müslümanların ÅŸii olmasını istiyorum demedi, veya Müslümanlardan Fars olmalarını istiyorum demedi. Gelin büyük taÄŸuta karşı yardımlaÅŸalım dedi, Amerika diye bir ÅŸey var ekonomimizi, aklımızı ve kültürümüzü hegemonyasına almış gelin onun karşısında dayanışalım dedi. Yine tam bir açıklıkla Filistin’de yok kesilip atılması gereken bir kanser var dedi. Biz ne ÅŸarka – o zamanlar Sovyetler vardı- ne de garba tabiyiz dedi. Bu söylediklerinde sadakat gösterdi. O ve onun yolunu izleyenler geçekte de bu söylediklerini tespit etti. İslam dünyası özellikle Osmanlı HalifeliÄŸinin veya devletinin yıkılışından sonra dağıldı… Defalarca Osmanlının yıkılışının Atatürk’ün 1924’te Hilafeti laÄŸvetme kararıyla olmadığını söyledik. Osmanlının gerçek yıkılış tarihi 1909 yılında ikinci Abdülhamid’in tahttan indiriliÅŸidir. Kendisi hakiki anlamda son halifedir, son padiÅŸahtır. Ondan sonra gelenler İngilizlerin tayin ettiÄŸi, yönetimde hiçbir rolleri olmayan birer kukladan ibaretti. Ancak Abdülhamid, çok çaba verdi; Osmanlıyı tekrardan diriltmek ve İslami köklerine kavuÅŸturmak için ciddi çabalar sarf etti. BaÅŸarılı oldu ya da olmadı ama bir çok konuda çalışmalar yaptı. 1909’dan sonra İngilizler bazen de onlarla birlikte Fransızlar, Avusturyalılar, İtalyalılar ve daha sonra Amerikalılar ümmetin kilit noktalarını ele geçirmeye baÅŸladılar. Özellikle de Suudi’de petrolü keÅŸfetmeleriyle birlikte nüfuzlarını iyice derinleÅŸtirmeye koyuldular. Misal Mekke’de Åžerif Hüseyin adında bir yönetici vardı, soyu Kral Hüseyin’e dayanıyordu. Kendisi Osmanlı’yı vurmak için İngilizlerle iÅŸbirliÄŸi yaptı. Allah’ın nezdinde mazur görülür mü, onu bilmem. Fakat ÅŸunu belirtmek lazım ki, onun döneminde Osmanlı devleti ulusal bir Türk devletine dönüÅŸmüÅŸ, yönetimde İslami anlayış nerdeyse yok denecek düzeye düÅŸmüÅŸtü. İttihat ve Terakki partisine teslim olmuÅŸ durumdaydı. Ki bu parti ÅŸovenist Araplara karşı ırkçı bir partiydi, bünyesinde Cemal PaÅŸa, daha sonra Atatürk ve bilmem daha bir sürü kiÅŸiler vardı. Bizce (Åžerif Hüseyin) mazur görülmez, çünkü en nihayetinde İngilizlerle iÅŸ tuttu. İngilizler Türklerden daha iyi deÄŸiller. Sonuçta Türkler, senin kardeÅŸlerin hata yaptıklarında düzeltirsin. İşte bu olaydan sonra İngilizler tüm kilit noktalarda nüfuz etmeye baÅŸladılar, haritayı ele geçirdiler, iktisadımı ele geçirdiler. Suudi’de petrol çıktı Amerikan ÅŸirketi Caltex Suudilere belli bir oran verdiler ama kendileri oraya hükmettiler. Böylece Müslüman ülkelerin yüzde doksanı fiili bir ÅŸekilde Amerika’nın pençeleri arasına girdi. İmam Humeyni iÅŸte buna karşı çıktı. Kendisine savaÅŸ açtılar. Onunla savaÅŸanlar Resulullah’ın sünnetine baÄŸlı oldukları için savaÅŸmadılar. Resulullah’ın sünnetine baÄŸlı olsaydılar Hz. Ömer bin Hattab (r.a)’ı adaletiyle, istikametiyle, zühdüyle, zaferleriyle kendilerine örnek alırlardı. Öyle olsaydılar insanlara İslam’ı öÄŸretirlerdi. Öyle olsaydılar insanları sanayide, ziraatta, üretimde geliÅŸtirirlerdi, Batıya tabi olmakla deÄŸil alın teriyle kazanmalarını saÄŸlarlardı. Yalancılar! Bu ÅŸiidir, sahabeye küfrediyor, ÅŸuna buna inanmıyor diyerek ona savaÅŸ bayrağı açtılar. Siz misiniz Sünni olan? Tamam namazında Sünnisin, peki siyasi hayatında İslam’a dair bir ÅŸey var mı? Åžerif Hüseyin’den Kral Abdülaziz’e kadar, Kral Faruk’tan diÄŸer yöneticilerine kadar yaklaşık tümü İngilizler veya Amerikalılar tarafından kullanılıyorlar ve tümü Batı’nın projeleridir. GerçekleÅŸtirdiÄŸi asrın devrimiyle onları ifÅŸa ettiÄŸi için İmamla savaÅŸtılar. Sekiz yıl süren Irak’ın İran’a karşı savaşı, ardından ekonomik ambargo, daha sonra bir çok savaÅŸ devrime karşı yürütülen savaşın parçalarıdır.

Humeyni’nin ortaya koyduÄŸu ve uyguladığı ilkeler Kuran ve Nebevi Sünnetle mutabıktı ancak maalesef diÄŸerlerinin ona karşı yürüttüÄŸü savaÅŸ Amerika ve daha sonra İsrail’in kararıylaydı. 

Humeyni devrimini baÅŸarılı olması üzerinden 43 yıl geçmiÅŸ olmasına raÄŸmen İslami sahada saygıyı hakkedecek herhangi bir tecrübe meydana gelmedi. Bize öyle bir tecrübe gösterin ki, dini kültür bakımından elde ettiÄŸi baÅŸarı dolayısıyla saygıyı hakketsin. Siyasi bakımdan dışarıya tabi olan bir çok hareket var, isimlerini saymaya kalksak konu uzar. Buna İslam’ın yüzünü kötü gösteren hareketler mesela DaiÅŸ, Nusra ve Taliban gibi hareketler örnek verilebilir. Peki neden? İslam alemi kısır mı ki, bunca yıldır hakiki anlamda bir hareket doÄŸurmadı? Bu devrimin siyasi bakımdan İslam’ın hakiki prensiplerine sıkı sıkıya tutunmasında ve bunca yıldır onunla kıyaslanacak baÅŸka hareketin doÄŸmamasında elbette ilahi bir hikmet vardır. Bilakis bugüne kadar ortaya çıkan hareketler İslam’ı temsil etmesi mümkün olmayan çarpık tecrübeler ortaya koydu.

Filistin dini sebepler dolayısıyla Humeyni’nin kalbinde yer etmiÅŸti. 1981 yılında Lider Hamanei, bize devrimden önce yaÅŸadıkları bazı ÅŸeyleri anlatmıştı. İsim vererek falanca Åžii hareketin kendilerine ana ÅŸiarlarının ancak Åžiilik hukuku ve Åžiilik mezhebine davet olursa yanlarında yer alacaklarını ÅŸart koÅŸtuklarını söyledi. Tabii onlara hayır, biz İslam birliÄŸine davet edeceÄŸiz ve önceliÄŸimiz ise Filistin’in özgürlüÄŸüdür demiÅŸler.

İmam Humeyni, 1963’te yani bundan 59 yıl önce İran’da Åžaha karşı yapılan kalabalık gösterilerin ardından ÅŸah tarafından kovulmasından sonra tarihi bir konuÅŸma yaptı. Bu konuÅŸmasında İran ÅŸahını on beÅŸ kez zikrederken İsrail’i on sekiz kez zikretti. Filistin devrimi baÅŸladığı sırada kendisi Necef’teydi, o zaman zekat ve humusun Filistin devrimine verilmesi gerektiÄŸine dair fetva verdi.

1979’da devrimi baÅŸarılı olunca yaptığı ilk icraat, İsrail elçiliÄŸini Filistin elçiliÄŸine dönüÅŸtürmek oldu. Tabii Dünya Kudüs Gününü de ilan etti. Daha sonra Lübnan ve Filistin’deki direniÅŸe hiç kimsenin vermediÄŸi desteÄŸi verdi. Tarihimizde Filistin devrimini destekleyen Libya, Irak, Cezayir ve Suriye gibi ülkeler olmuÅŸtur, fakat bunlar karşılık talep etmiÅŸlerdir. Filistin’de kendi rejimlerine tabi olacak bir grubun olmasını veya baÅŸka istemiÅŸlerdir. İran ise kırk üç yıldır hatta daha öncesinden İsrail’le savaÅŸan herkese karşılıksız destek vermiÅŸtir. Üstelik kimliÄŸine bile bakmadan, ister komünist, ister faÅŸist, ister solcu, ister radikal İslamcı olsun herhangi bir ayırım gözetmeksizin İsrail’le savaÅŸan herkese yardım etti. İşte bu yönelimde bir sadakat vardır. Ki, bence ölçü de bu olmalıdır. Herhangi bir İslam ülkesi ya da grup her ne kadar sadık olsa da ölçüsü Filistin deÄŸilse baÅŸarısızdır. Filistinli kardeÅŸlerimizin durumunu gözümüzün önüne getirsek… Tabi onlar kahramandır, topraklarına sımsıkı tutunmuÅŸ sadakatli kimselerdir, tuzaklar onlara boyun eÄŸdiremiyor veya Filistin’i onlara unutturamıyor. Son 48 saatte beÅŸ ÅŸehit verildi; aralarında gazeteci bir kadın, on beÅŸ yaşında bir genç, diÄŸeri  on yedi yaşında bir genç vardı… Tüm bunlar kardeÅŸlerimizin kuvvetini zayıflatmaz. Geçen Pazar yapılan Bayrak YürüyüÅŸüne karşılık verilmediÄŸi için bunu hezimet olarak görenlere hatalısınız diyorum. Evvela Filistinli kardeÅŸlerimize yöneltilen her eleÅŸtirinin “biz direniÅŸin liderliÄŸine güveniyoruz” baÅŸlığı altında olması gerekir. Özellikle Kudüs’ün Kılıcı ile ondan önce ve sonra yapılan operasyonlarını göz önünde bulundurarak bu baÅŸlığın koyulması lazım. Çünkü bu operasyonlarla direniÅŸ liderliÄŸi haklılığını, gücünü ve davasına olan sadakatini kanıtlamış oldu. O halde yürüyüÅŸe müdahale etmelerini engelleyen bir takım haklı gerekçeleri vardı. Bayrak yürüyüÅŸü için orduyu, basını, dünyadaki bütün iletiÅŸim aÄŸlarını toplayan Yahudilerin toplandıkları yerin üzerinden Filistin bayrağını taşıyan dronun fırlatmaları bile bana göre yeterli oldu. İsrailli o dronu belki patlayıcı barındırıyor düÅŸüncesiyle indirmekten korktu. İlaveten Kudüs muhitinde Filistin bayrağını taşıyan balonlar uçuruldu. Onlarla adeta dalga geçildi, yani siz bütün gücünüzü seferber ederek toplandınız biz son derece basit bir ÅŸekilde Filistin bayrağını başınızın üzerinde uçurduk. Bence bu bir hezimet olmadı, tabii biz daha büyük bir ÅŸey olacağını bekliyorduk ama bu tarihin sonu demek deÄŸil. Filistin’de ellerinde Filistin bayraklarıyla köyden ÅŸehirlere kadar, üniversitelere kadar oluÅŸan hareketlenme kayda deÄŸerdi. Öyle ki, Ben Gurion Üniversitesinde bile Filistin bayrağı açıldı. İşgal bunun önünü alamayınca Knisset Filistin bayrağını taşımayı suç sayacak bir yasa çıkarmak için harekete geçti. Bu bile iÅŸgalcilerin hezimete uÄŸradıklarının itirafıdır. Biz diyoruz ki, bugün Filistin geçmiÅŸteki her dönemden daha güçlü durumdadır. Arap ordularının (Yahudilere) sizi denize gömeceÄŸiz tehditlerini savurduÄŸu dönemden daha güçlüdür. GeçmiÅŸteki bütün dönemlerden kati bir ÅŸekilde daha güçlüdür. Bu hayırları müjdeleyen bir durumdur. Bu gücü oluÅŸturan önemli bir cüz de ÅŸüphesiz İran’ın manevi, siyasi, mali ve askeri desteÄŸidir. Çünkü ÅŸu an (İran’dan) baÅŸka destek veren yok. İlk baÅŸlarda Saddam ve Kaddafi Filistin’e kimin daha yakın olduÄŸu konusunda yarışıyorlardı; çünkü bununla halk arasında prestij elde ediyorlardı. Åžimdi ise durum tam tersine dönmüÅŸ halde; Filistin davasını bırakma veya direniÅŸi aÅŸağılama ve onu terör olmakla itham etme hususunda yarışıyorlar. Yarışta mahir çıkmanın ölçüsü de İsrail’le ittifak saÄŸlamak oldu artık. Åžimdi Biden bize Akabe Körfezinin giriÅŸinde yer alan Sanafir ve Tiran adaları konusunda Suudi ile İsrail arasında bir ittifakın saÄŸlandığını müjdelemek için geliyor. Bu adalar 1967 savaşının ilk kıvılcımlarıydı. O zaman Cemal Abdunnasır, İsrail gemilerinin Akabe’den geçmesini engellemiÅŸti. O adalar küçük ancak hassas konumları itibarıyla önem taşımaktalar. O dönemin üzerinden zaman geçti, Arap dünyasının da ÅŸekli daha kötüye doÄŸru düÅŸüÅŸe geçti. Ancak DireniÅŸ ve Filistin tarafının konumu daha iyiye doÄŸru yükseliÅŸe geçti. Arap ve İslam dünyası ile DireniÅŸ kuvvetleri arasındaki çeliÅŸki farkı da gittikçe açılıyor.

 Halihazırda DireniÅŸ Gücünün yanında yer alan tek taraf İran’dır. Peki İran bunun mukabilinde ÅžiileÅŸtirmeyi mi talep etti? Gazze’de bir tek ÅžiileÅŸmiÅŸ kimse var mı? Lübnan’da Hizbullah’ın nüfuzunun yüksek olduÄŸu yerde resmi anlamda ÅžiiliÄŸe çaÄŸrı yapan bir davet var mı? Söz uzar, kısacası konu bundan ibarettir.

 Vaziyeti nasıl tasavvur etmemiz gerekir? Bu dönemde İran’ın direniÅŸ güçlerine destek vererek Filistin davasını yükselttiÄŸini, Filistin’i Siyonist yapı ve normalleÅŸmeci Araplar için bir tehdit oluÅŸturacak düzeye ulaÅŸtırdığını tasavvur etmemiz gerekir. Bu bir merhaledir.

 Ä°kinci merhale ise İsrail’in sürpriz bir ÅŸekilde yıkılış merhalesidir ki, bu merhaleyi anlatmaya ve vasıflarını saymaya ÅŸimdilik zamanımız yetmez.

 Taasup, baÄŸnazlık ve atalardan miras alınan mezhepsel kaygılardan uzak; fıkhi sebepleri okuyarak, araÅŸtırarak, kıyaslayarak hadiselere bakanlar İsrail’in yıkılışının bütün dar mezhep kavramlarından uzak hakiki İslami bir kalkınma için mukaddime olacağını görecektir. Tıpkı RaÅŸid Halife dönemindeki hakiki İslam gibi… Tıpkı Hz. Ömer bin Hattab’ın Hz. Ali bin Ebi Talib’in, Ömer bin Abdülaziz’in uyguladığı İslam gibi… Selahaddin’in önderlik ettiÄŸi, İzzettin el-Kassam’ın uÄŸrunda ÅŸehid düÅŸtüÄŸü İslam gibi… Ve bu uzun tarih boyunca daha niceleri gibi… Ey Müslümanlar müjde olsun…

                                                              *****2. HUTBE*****

Hamd Allah’adır, salat ve selam yaratılmışların efendisi Allah’ın elçisi Muhammed’e ve onun yolunu takip edenlerin üzerine olsun. Åžehadet ederim ki, Allah’tan baÅŸka ilah yoktur, Muhammed O’nun elçisidir.

                            “Ey İman edenler Allah’tan sakının”

 Haziran, içinde bir çok acı münasebetlerin yaÅŸandığı aydır; 3 Haziran Humeyni’nin vefat günüdür, 5 Haziran 1967 tarihi Altı Gün Savaşı, 6 Haziran 1982 ise İsrail’in ilk defa Arap bir ülkenin baÅŸkentine ulaÅŸmasının baÅŸlangıç savaşı… Yine Resulullah’ın vefatını da Rabiü’l-Evvel’in 12’si olarak kabul ederiz ancak, Åžemsi, Miladi takvime göre Resulullah’ın vefat tarihi 8 Haziran’a denk geliyor. Resulullah’ın doÄŸum tarihi ise Miladi 20 Nisan 575’tedir. Vefat yılı ise Miladi 8 Hairan, 632’dir. Yani Resulullah (s.a.v) güneÅŸ takvimine göre 61 yıl, 50 gün yaÅŸadı. Biz Kameri takvime göre 63 yıl yaÅŸadı deriz. Kameri yıl, güneÅŸ yılından on gün kısa olur. İşte güneÅŸ ve ay yılı arasındaki farktan dolayı hesap farkı da meydana gelir. İki gün önce akÅŸam ve yatsı arasında kardeÅŸlerden biri bana Haziran’ın ne özelliÄŸi var, neden Yahudiler genelde Haziran ayında hücuma geçer, yenilgilerimiz Haziran ayına denk geliyor, Resulullah’ın vefatı Haziran ayı, nedir bu haziranın özelliÄŸi? diye sordu. Allahualem bence bunun Haziran ayıyla alakası yoktur. Olup bitenleri tarihle iliÅŸkilendirirsek bu da astroloji üzerine konuÅŸmamız gerekir ki, bu da İslami ÅŸeriatın benimsediÄŸi bir ÅŸey deÄŸildir. Ala külli hal, İslam alemini sarmalayan tüm musibetlere raÄŸmen büyük bir umut içindeyiz, hiç kimsenin hayal edemeyeceÄŸi hepimizi kucaklayacak güzel günler beklentisi içerisindeyiz. Ve Allah’ın izniyle bu yakındır.

 “Åžüphesiz, Allah ve melekleri Peygambere salat ederler. Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin.” (Ahzab 56)

 Allah’ım İbrahim ve âline salat ve selam ettiÄŸin gibi Muhammed ve âline salat ve selam eyle. Allah’ım İbrahim ve âlini bereketli kıldığın gibi Muhammed ve âlini bereketli kıl. Åžüphesiz sen Hamidsin, Mecidsin.

 Allah’ım der ve tasamızı gider. Allah’ım meÅŸakketimizi rahata tebdil eyle, yoksulluÄŸumuzu nimet lütfunla deÄŸiÅŸtir. Allah’ım gazabı üzerimizden kaldır, hak olanı kalbimize sevdir, hak olanda sözlerimizi birleÅŸtir, halimizi daha iyi bir hale deÄŸiÅŸtir, içimize sekinet ve vakar indir, kalbimizi seninle mutmain kıldır, bizi içinde bulunduÄŸumuz halden sevdiÄŸin hale ulaÅŸtır, bizimle ol aleyhimizde olma, bizi Salihlere yetiÅŸtir… Allah’ım anne, babalarımıza ve üzerimizde hakkı olanlara maÄŸfiret buyur, amellerimizi hayırlarla sonuçlandır…

 “Åžüphesiz Allah adaleti, ihsanı ve yakınlara vermeyi emreder, hayasızlıktan, kötülükten ve zorbalıktan da nehyeder. Olur ki öÄŸüt alırsınız diye size öÄŸüt veriyor.” (Nahl 90)

KUDÜS GÖNÜLLÜLERİ EĞİTİM AKADEMİSİ

Sosyal medyada paylaÅŸ: Facebook Twitter Whtasapp


Hakkımızda

Uluslararası Siyasal Gündem - Kudus Analiz | KA kudusanaliz.com


Kudüs Analiz sitesi bir Kudüs Medya AŞ portalıdır




Son Güncellenenler


Network Yazılım